YARATMAK g. f. 1. Bir şeyi, bir varlığı yaratmak, var olma sebebi olmak, bilhassa Tanrı'dan söz ederken, onu yoktan var etmek: ...
YARATMAK g. f.
1. Bir şeyi, bir varlığı yaratmak, var olma sebebi olmak, bilhassa Tanrı'dan söz ederken, onu yoktan var etmek: Tanrı evreni yarattı. Tanrı, insanı kendi sureti üstüne yarattı.
2. Bir şey (somut ya da soyut) yaratmak, daha ilkin olmayan bir şeyi yapmak, üretmek, gerçekleştirmek ya da ortaya koymak, sağlamak: Bu buluşunuz büyük bir çığır açacak. Uygar bir cemiyet yaratmak. Bu girişiminiz çevre halkına yeni iş olanakları yaratacak.
3. Bir ruh hali, bir duygu yaratmak, bir şey, birikimse söz konusuysa, bir ruh halinin, bir duygunun doğmasına, ortaya çıkmasına, var olmasına niçin olmak: Dekor ve çiçekler neşeli bir hava yaratıyor. Yeni umutlar yaratmak. Bu, onda derin bir korku yarattı.
—A. Bir güçlük, bir problem vb. yaratmak, bir kimse ya da bir şey sözkonusuysa, bir güçlüğün sebebi olmak, onun doğmasına, ortaya çıkmasına, olmasına yol açmak: Bu tutumunuzun yaratacağı güçlükleri asla düşündünüz mü? Yangın, çevrede büyük bir çekince yarattı.
♦ yaratılmak edilg. f.
1. Yoktan var edilmek: O ikisi, sanki birbirlen için yaratılmışlar.
2. Daha ilkin olmayan bir şeyi ortaya konmak, oluşturulmak, sağlanmak, çıkarılmak: Bu bölgede yaratılan yeni iş olanaklan. Birazcık müzikle daha neşeli bir hava yaratılabilirdi. Göçmenlere sınırlarda yaratılan güçlükler.
—Fels Yaratılmış tabiat, Spinoza'da yaratıcı tabiat'ya karşıt olarak, edilgen haliyle kabul edilen tabiat, doğrusu tanrısal öznitelikle- rin özünden çıkan yasalara gore mecburi olarak dünyaya gelen kiplerin bütünü.
1. Bir şeyi, bir varlığı yaratmak, var olma sebebi olmak, bilhassa Tanrı'dan söz ederken, onu yoktan var etmek: Tanrı evreni yarattı. Tanrı, insanı kendi sureti üstüne yarattı.
2. Bir şey (somut ya da soyut) yaratmak, daha ilkin olmayan bir şeyi yapmak, üretmek, gerçekleştirmek ya da ortaya koymak, sağlamak: Bu buluşunuz büyük bir çığır açacak. Uygar bir cemiyet yaratmak. Bu girişiminiz çevre halkına yeni iş olanakları yaratacak.
3. Bir ruh hali, bir duygu yaratmak, bir şey, birikimse söz konusuysa, bir ruh halinin, bir duygunun doğmasına, ortaya çıkmasına, var olmasına niçin olmak: Dekor ve çiçekler neşeli bir hava yaratıyor. Yeni umutlar yaratmak. Bu, onda derin bir korku yarattı.
—A. Bir güçlük, bir problem vb. yaratmak, bir kimse ya da bir şey sözkonusuysa, bir güçlüğün sebebi olmak, onun doğmasına, ortaya çıkmasına, olmasına yol açmak: Bu tutumunuzun yaratacağı güçlükleri asla düşündünüz mü? Yangın, çevrede büyük bir çekince yarattı.
♦ yaratılmak edilg. f.
1. Yoktan var edilmek: O ikisi, sanki birbirlen için yaratılmışlar.
2. Daha ilkin olmayan bir şeyi ortaya konmak, oluşturulmak, sağlanmak, çıkarılmak: Bu bölgede yaratılan yeni iş olanaklan. Birazcık müzikle daha neşeli bir hava yaratılabilirdi. Göçmenlere sınırlarda yaratılan güçlükler.
—Fels Yaratılmış tabiat, Spinoza'da yaratıcı tabiat'ya karşıt olarak, edilgen haliyle kabul edilen tabiat, doğrusu tanrısal öznitelikle- rin özünden çıkan yasalara gore mecburi olarak dünyaya gelen kiplerin bütünü.
Kaynak: Büyük Larousse
yaratmak
(-i durum ekiyle kullanılan eylem)
1 . (Tanrı) Olmayan bir şeyi var etmek:
"Tanrı, kesinlikle dünyayı kullarına sevdirmek için baharı yaratmış olacaktı!"- Ö. Seyfettin.
2 . mecaz Zekâ, fikir ve hayal gücünden yararlanarak o zamana kadar görülmeyen yeni bir şey ortaya koymak:
"Bir albeni yaratmak için ne yapmalı diye düşünüyorduk."- F. R. Atay.
3 . mecaz Olmasına, ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak.
(-i durum ekiyle kullanılan eylem)
1 . (Tanrı) Olmayan bir şeyi var etmek:
"Tanrı, kesinlikle dünyayı kullarına sevdirmek için baharı yaratmış olacaktı!"- Ö. Seyfettin.
2 . mecaz Zekâ, fikir ve hayal gücünden yararlanarak o zamana kadar görülmeyen yeni bir şey ortaya koymak:
"Bir albeni yaratmak için ne yapmalı diye düşünüyorduk."- F. R. Atay.
3 . mecaz Olmasına, ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak.
yaratmak ingilizcesi
- to create
YORUMLAR