YAŞAMAK gçz. f. 1. Yaşama özgü emareler göstermek: Yaşıyor mu? Hayır öldü. 2. Vakit tümleci + yaşamak,sağ olmak, yaşamını sürdürmek...
YAŞAMAK gçz. f.
1. Yaşama özgü emareler göstermek: Yaşıyor mu? Hayır öldü.
2. Vakit tümleci + yaşamak,sağ olmak, yaşamını sürdürmek: Büyük babası neredeyse yüz yıl yaşamıştı. Papağanlar çok uzun yaşarlar.
3. Yer tümleci, durum tümleci vb. + yaşamak,belli yaşam koşulları, özellikleri olmak: Suda yaşayan bitkiler.
4. Belli bir tarihte, belli bir çağda yaşamak,yaşamını o tarihte, o çağda sürdürmüş olmak: XVII. yüzyılda yaşayan şairler. Atom çağlarında yaşamak
5. Yer tümleci, dolaylı tümleç + yaşamak,bir kimse, bir topluluk sözkonusuysa, yaşamını ya da yaşamının bir bölümünü belli bir şekilde geçirmek ve bilhassa bir yerde oturmak, ikamet etmek: Köyde, kentte yaşamak. On yıl yurtdışında yaşadı. Anne siyle ufak bir dairede yaşıyor.
6. Bir kimselerle yaşamak,o kimselerle aynı evde evlilikdışı bir beraberliği sürdürmek: Evli bir insanla yaşıyor.
7. Belirteçya da durum tümleci + yaşamak,belli bir yaşantısı olmak, başkalarıyla belli ilişkileri olmak: Özgür ve bağımsız yaşamak. Komşutanyta uyum içinde yaşamak. Dünyadan uzak, bir başına yaşamak.
8. Tümleçsiz, yaşamdan haz almak, yaşamın tadına varmak, yoğun bir yaşantısı, değişik deneyimleri olmak: Yaşamak isteyen gençler.
9. Bir şey, bir kimse için yaşamak,tüm enerjisini, çabasını belli bir amaca yöneltmek, onları var oluşunun bir sebebi olarak görmek: Tiyatro için yaşamak. Çocuktan için yaşamak.
10. Bir şeyde (soyut), bir şeyle (soyut) yaşamak,devamlı onu düşünmek: Eşi öldüğünden beri geçmişte, anılarla yaşıyor. Başka bir dünyada yaşayan bir hayalperest.
11. Bir duyguyla yaşamak,onu tatmak, sezmek: Gelecek korkusuyla yaşamak.
12. Bir şeyle yaşamak,bir şeyle beslenmek: Yalnız süt ve meyveyle yaşamak;o şeyle geçimini sağlamak, sürdürmek: Emekli aylığıyla yaşamak.
13. Bir şeyle (soyut) yaşamak,onunla beslenmek, ondan destek almak, onda bir yaşama sebebi bulmak: Düşlerle, umutlarla yaşamak
14. Bir şey sözkonusuysa canlıymış izlenimi vermek: Yaşayan bir tablo.
15. Bilhassa bir dil sözkonusuysa, doğma, gelişme, değişme, yok olma özellikleri taşımak; hâlâ konuşuluyor olmak: Bir sözcük doğar, yaşar ve ölür. Yaşayan bir dil.
16. Vakit içinde ilginçliğini, yararlılığını, tesirini korumak, sürdürmek, unutulmamak: Bu yapıt yüzyıllarca yaşayacaktır O, hâlâ aramızda yaşıyor
17. Bir şeyden söz ederken, canlı ve etkin olmak: Yaşayan gelenekler inançlarımızın yaşaması için.
18. Tkz. Sevinmek, mutlu olmak: Sınavda bu sual sorulursa yaşadık anlamına gelir
19. Artık yaşamamak,devamlı bir sorun, üzüntü içinde olmak, yaşamdan haz almamak: Clğlunun ölümünden beri o artık yaşamıyor, sanki bir ölü.
— Polim. Yaşayan potimer, bir polimerleş- me tepkimesi esnasında ürünün tamamının polimerleşmesinden sonrasında bile etkin ucunu sakınan bir polimer için kullanılır. (Bu, polimerleşme tepkimesinin sonsuz olduğu anlamına gelir. Yaşayan polimerler çoğu zaman anyon polimerleşmeleri esnasında oluşur ve bu bileşiklerden yararlanılarak tertipli eşpolimerler, zincir uçlarında işlevsel gruplar taşıyan polimerler ve dallı eşpolimerler elde edilebilir.)
♦ g. f.
1. Belli bir yaşam yaşamak, varlığını belli bir şekilde sürdürmek, belli bir yaşantısı olmak: Sakin bir yaşam yaşamak Göçebe yaşamı, sürgün yaşamı yaşamak.
2. Bir duyguyu, bir vakası, bir durumu yaşamak, o duyguyu tatmak, o vaka başından geçmek, o durumda bulunmak: Yaşamış olduğu mutlu günleri özlemle anıyor Bir bunalım süreci yaşıyoruz O duyguyu ben de yaşadım.
3. Bir şeyi tekrardan, bir kez daha yaşamak, anımsamak, zihinde canlanmak: O anı tekrardan yaşadım.
♦yaşanmak, yaşanılmak edilg. f.
1. Yaşamak eylemine mevzu olmak: Güzel yaşanmış bir yaşam.
2. Yaşam sürdürülmek, yaşam için elverişli olmak: Bu şekilde yaşanır mı? Bu kentte yaşanmaz.
♦ yaşatmak ettirg. f.
1. Yaşamasını sağlamak, yaşamasına olanak vermek.
2. Bir kimsenin yaşamını şu ya da bu şekilde sürdürmesini sağlamak ya da buna yol açmak: Bir kimseyi krallar benzer biçimde yaşatmak Cehennem azabı içinde yaşatmak.
3. iyi, rahat bir yaşam sürmesini sağlamak: Karsını, çocuklannı yaşatmayı biliyor.
4. Bir kimse için teselli, güç membaı, destek oluşturmak; güçlükleri, engelleri aşmasına yardım etmek: Onu yaşatan inancı oldu
5. Bir kimsenin, bir şeyin vakit içinde ilginçliğini, etkililiğini sürdürmesini sağlamak, unutmamak: Onu, eserlerini sonsuza dek yaşatacağız Gelenekleri yaşatmak
6. Yaşatmamak, herhangi bir yerde barınmasına olanak vermemek: Hele bir söylesin, onu buralarda yaşatmam.
1. Yaşama özgü emareler göstermek: Yaşıyor mu? Hayır öldü.
2. Vakit tümleci + yaşamak,sağ olmak, yaşamını sürdürmek: Büyük babası neredeyse yüz yıl yaşamıştı. Papağanlar çok uzun yaşarlar.
3. Yer tümleci, durum tümleci vb. + yaşamak,belli yaşam koşulları, özellikleri olmak: Suda yaşayan bitkiler.
4. Belli bir tarihte, belli bir çağda yaşamak,yaşamını o tarihte, o çağda sürdürmüş olmak: XVII. yüzyılda yaşayan şairler. Atom çağlarında yaşamak
5. Yer tümleci, dolaylı tümleç + yaşamak,bir kimse, bir topluluk sözkonusuysa, yaşamını ya da yaşamının bir bölümünü belli bir şekilde geçirmek ve bilhassa bir yerde oturmak, ikamet etmek: Köyde, kentte yaşamak. On yıl yurtdışında yaşadı. Anne siyle ufak bir dairede yaşıyor.
6. Bir kimselerle yaşamak,o kimselerle aynı evde evlilikdışı bir beraberliği sürdürmek: Evli bir insanla yaşıyor.
7. Belirteçya da durum tümleci + yaşamak,belli bir yaşantısı olmak, başkalarıyla belli ilişkileri olmak: Özgür ve bağımsız yaşamak. Komşutanyta uyum içinde yaşamak. Dünyadan uzak, bir başına yaşamak.
8. Tümleçsiz, yaşamdan haz almak, yaşamın tadına varmak, yoğun bir yaşantısı, değişik deneyimleri olmak: Yaşamak isteyen gençler.
9. Bir şey, bir kimse için yaşamak,tüm enerjisini, çabasını belli bir amaca yöneltmek, onları var oluşunun bir sebebi olarak görmek: Tiyatro için yaşamak. Çocuktan için yaşamak.
10. Bir şeyde (soyut), bir şeyle (soyut) yaşamak,devamlı onu düşünmek: Eşi öldüğünden beri geçmişte, anılarla yaşıyor. Başka bir dünyada yaşayan bir hayalperest.
11. Bir duyguyla yaşamak,onu tatmak, sezmek: Gelecek korkusuyla yaşamak.
12. Bir şeyle yaşamak,bir şeyle beslenmek: Yalnız süt ve meyveyle yaşamak;o şeyle geçimini sağlamak, sürdürmek: Emekli aylığıyla yaşamak.
13. Bir şeyle (soyut) yaşamak,onunla beslenmek, ondan destek almak, onda bir yaşama sebebi bulmak: Düşlerle, umutlarla yaşamak
14. Bir şey sözkonusuysa canlıymış izlenimi vermek: Yaşayan bir tablo.
15. Bilhassa bir dil sözkonusuysa, doğma, gelişme, değişme, yok olma özellikleri taşımak; hâlâ konuşuluyor olmak: Bir sözcük doğar, yaşar ve ölür. Yaşayan bir dil.
16. Vakit içinde ilginçliğini, yararlılığını, tesirini korumak, sürdürmek, unutulmamak: Bu yapıt yüzyıllarca yaşayacaktır O, hâlâ aramızda yaşıyor
17. Bir şeyden söz ederken, canlı ve etkin olmak: Yaşayan gelenekler inançlarımızın yaşaması için.
18. Tkz. Sevinmek, mutlu olmak: Sınavda bu sual sorulursa yaşadık anlamına gelir
19. Artık yaşamamak,devamlı bir sorun, üzüntü içinde olmak, yaşamdan haz almamak: Clğlunun ölümünden beri o artık yaşamıyor, sanki bir ölü.
— Polim. Yaşayan potimer, bir polimerleş- me tepkimesi esnasında ürünün tamamının polimerleşmesinden sonrasında bile etkin ucunu sakınan bir polimer için kullanılır. (Bu, polimerleşme tepkimesinin sonsuz olduğu anlamına gelir. Yaşayan polimerler çoğu zaman anyon polimerleşmeleri esnasında oluşur ve bu bileşiklerden yararlanılarak tertipli eşpolimerler, zincir uçlarında işlevsel gruplar taşıyan polimerler ve dallı eşpolimerler elde edilebilir.)
♦ g. f.
1. Belli bir yaşam yaşamak, varlığını belli bir şekilde sürdürmek, belli bir yaşantısı olmak: Sakin bir yaşam yaşamak Göçebe yaşamı, sürgün yaşamı yaşamak.
2. Bir duyguyu, bir vakası, bir durumu yaşamak, o duyguyu tatmak, o vaka başından geçmek, o durumda bulunmak: Yaşamış olduğu mutlu günleri özlemle anıyor Bir bunalım süreci yaşıyoruz O duyguyu ben de yaşadım.
3. Bir şeyi tekrardan, bir kez daha yaşamak, anımsamak, zihinde canlanmak: O anı tekrardan yaşadım.
♦yaşanmak, yaşanılmak edilg. f.
1. Yaşamak eylemine mevzu olmak: Güzel yaşanmış bir yaşam.
2. Yaşam sürdürülmek, yaşam için elverişli olmak: Bu şekilde yaşanır mı? Bu kentte yaşanmaz.
♦ yaşatmak ettirg. f.
1. Yaşamasını sağlamak, yaşamasına olanak vermek.
2. Bir kimsenin yaşamını şu ya da bu şekilde sürdürmesini sağlamak ya da buna yol açmak: Bir kimseyi krallar benzer biçimde yaşatmak Cehennem azabı içinde yaşatmak.
3. iyi, rahat bir yaşam sürmesini sağlamak: Karsını, çocuklannı yaşatmayı biliyor.
4. Bir kimse için teselli, güç membaı, destek oluşturmak; güçlükleri, engelleri aşmasına yardım etmek: Onu yaşatan inancı oldu
5. Bir kimsenin, bir şeyin vakit içinde ilginçliğini, etkililiğini sürdürmesini sağlamak, unutmamak: Onu, eserlerini sonsuza dek yaşatacağız Gelenekleri yaşatmak
6. Yaşatmamak, herhangi bir yerde barınmasına olanak vermemek: Hele bir söylesin, onu buralarda yaşatmam.
Kaynak: Büyük Larousse
Kuşların yaşamak için gösterdikleri adaptasyonlar nedir ve iyi mi etkilenirler?
Uzun yaşamak mı, yoksa ömrü iyi değerlendirmek mi önemlidir?
Engelli olarak yaşamak nasıldır?
yaşamak
(nesne almayan eylem)
1 . Canlılığını, yaşamını sürdürmek; sağ olmak:
"Hiçbir şey yaşarken daha mühim değildir."- A. İlhan.
2 . Varlığını sürdürmek.
3 . Oturmak,.eğleşmek.
4 . Idame.
5 . Herhangi bir durumda bulunmak ya da olmak.
6 . mecaz Sürmek, devam etmek.
7 . mecaz Varlık, endişesiz, hoş zaman geçirmek, keyif sürmek:
"Tek başına manevra meydana getiren bir lokomotif rahatlığı ile yaşamını yaşıyor."- H. Taner.
8 . mecaz Hazzı yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak.
9 . mecaz Bir durumu yaşar benzer biçimde olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, sezmek:
"Sen genç benzer biçimde yaşar, yaşlanmış benzer biçimde ölürsün."- Ö. Seyfettin.
10 . Görüp geçirmek, başından geçmek:
"İki üç büyük aşk yaşadı."- H. Taner.
"Balkan Savaşının tüm acılarını yaşamış bir ailenin kızıydı."- N. Cumalı.
(nesne almayan eylem)
1 . Canlılığını, yaşamını sürdürmek; sağ olmak:
"Hiçbir şey yaşarken daha mühim değildir."- A. İlhan.
2 . Varlığını sürdürmek.
3 . Oturmak,.eğleşmek.
4 . Idame.
5 . Herhangi bir durumda bulunmak ya da olmak.
6 . mecaz Sürmek, devam etmek.
7 . mecaz Varlık, endişesiz, hoş zaman geçirmek, keyif sürmek:
"Tek başına manevra meydana getiren bir lokomotif rahatlığı ile yaşamını yaşıyor."- H. Taner.
8 . mecaz Hazzı yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak.
9 . mecaz Bir durumu yaşar benzer biçimde olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, sezmek:
"Sen genç benzer biçimde yaşar, yaşlanmış benzer biçimde ölürsün."- Ö. Seyfettin.
10 . Görüp geçirmek, başından geçmek:
"İki üç büyük aşk yaşadı."- H. Taner.
"Balkan Savaşının tüm acılarını yaşamış bir ailenin kızıydı."- N. Cumalı.
yaşamak ingilizcesi
- to live; to exist; to inhabit, to dwell, to live; to experience, to live through; to lead a life of luxury, to lead a carefre life
Kuşların yaşamak için gösterdikleri adaptasyonlar nedir ve iyi mi etkilenirler?
Uzun yaşamak mı, yoksa ömrü iyi değerlendirmek mi önemlidir?
Engelli olarak yaşamak nasıldır?
YORUMLAR