TDKP - Türkiye Devrimci Komünist Partisi

Türkiye Devrimci Komünist Partisi Türkiye'de etkenlik gösteren kısa ismi TDKP olan yasadışı siyasal partidir. Parti 2 Şub...



Türkiye Devrimci Komünist Partisi Türkiye'de etkenlik gösteren kısa ismi TDKP olan yasadışı siyasal partidir. Parti 2 Şubat 1980'de İzmir'de toplanan I. (Kurum) Kongresi'yle kurulmuştur.

Kısa zamanı




Partileşme süreci 1975-1980 yılları arasındaki süreçde yaşadı. THKO, Ekim 1978'de toplamış olduğu Konferansla Türkiye Devrimci Komünist Partisi-İnşa Örgütü (TDKP-İÖ) ismini aldı. Bu inşa örgütünün gayesi olarak darak partinin kurulması belirlendi. 1975 sonrası THKO süreci, partinin ideolojik siyasal inşa süreci olurken, 1978-1980 TDKP-İÖ süreci partinin örgütsel çizgisinin inşa süreci olarak tanımlanabilir.
TDKP inşa örgütü döneminde Ocak 1979'da Ocak Deklerasyonu olarak malum bir ajitasyon ve fiil platformu ortaya koydu. Platfom içinde yaşanılan süreci bir geçiş süreci olarak değerlendiriyordu. Platform Faşist diktatörlük olarak görmüş olduğu politik sistemi ekonomik, siyasal ve çok yönlü toplumsal bir bunalımda bulunduğunu ve bu bunalımı geliştirmenin partinin görevi bulunduğunu tespit ediyordu. Bu zamanda TDKP, genel işbırakımı ve direniş çağrısı yapmış oldu. Bu dönemdeki mevcut grevleri destekledi.
TDKP partileşme süreci dahil olmak suretiyle, devrimcilerin birliği sorununu mühim bir problem olarak ortaya koymuştur. 12 Eylül darbesi öncesi bilhassa Devrimci Yol ile beraber eylemler örgütlemiştir.

Parti yapısı
Ilk başlarda THKO'nun üyelik kıstasları yoktur ama THKO Konferansında alınan kararla "partiye ama program ve tüzüğünü kabul eden ve hayata geçiren, parti örgütlerinden birinde etken olarak çalışan ve üyelik aidatını tertipli olarak ödeyenler üye olarak kabul edilmelidir." sonucu alınmış ve partinin yukarıdan aşağıya örgütlenmesi fikri ortaya konmuştur. TDKP, üretim ve bölge esasına gore örgütlenmeyi ve hücrelerin örgütsel temel birim bulunduğunu savunmakta ve uygulamaktadır.
TDKP, azınlığın çoğunluğa, alt organların üst organlara, tüm teşkilat ve üyelerin merkez komiteye ve kongreye doğal olarak olduğu, üyelerin kararların alınması ve uygulanmasına etken olarak iştirak ettiği, yönetici organları denetleyebildiği demokratik merkeziyetçiliği örgütsel ilke olarak öngörmekte, teşkilat içi demokrasinin gizlilik koşulları dikkate alınarak uygulanmasını doğru bulmaktadır.
Türkiye'deki yönetimi faşist diktatörlük olarak tanımlayan TDKP bundan dolayı partinin yasadışı temele haiz yasal bir teşkilat olarak inşa edemeyeceğini düşünür. Parti örgütünün tamemen yasadışı olması ve yasadışı örgütlerin organik bir toplamı olmasını temel alınmıştır.
TDKP, tüzüğünde "komünizm okulu" olarak tanımlanan, gençlik içinde TDKP çizgisi ışığında etkenlik yürüten Türkiye Genç Komünistler Birliği (TGKB) adlı bir komsomol örgütlenmesine haizdir. TGKB örgütsel olarak bağımsız hareket eden, ama siyasal ve ideolojik olarak TDKP'ye bağlı bir gençlik örgütlenmesidir.

Sosyalizmin kurulması ile ilgili görüşleri
TDKP kapitalizmin egemen üretim şekli olduğu Türkiye'de faşist diktatörlüğün yargı sürdüğünü söylemekte, proletarya diktatörlüğünü öngörmektedir. Sosyalizme kesintisiz geçişi, bu sebeple proletarya önderliğinde ve mühim toplumcu görevleri de olan demokratik devrim kanalıyla kesintisiz devrim ve devrimci demokratik işçi-köylü diktatörlüğünün kurulması icap ettiğini savunmakta, bu zamanda köylülük ve kent minik burjuvazisi ile ittifak ve orta burjuvazinin tecridini lüzumlu görmektedir. Devrimin temel gücünün işçi sınıfı, temel yedeğinin ise köylü bulunduğunu ortaya koyarak, ilk olarak buyuruculuk, tekelci kapitalizm ve feodal kalıntıların, ulusal baskısının tasfiyesini vazife edinmektedir.

Başka görüşlerle ilgili yaklaşımları
TDKP Yöneltilen eleştiriler karşısında Stalin'i savunmakta, Troçki, |Hruşçev, Brejnev, Tito, Mao, Gorbaçov givi insanları revizyonist olarak tanımlamaktadır. üç dünya teorisi'ni de benimsememiştir ve marksizm temel ilkelerini ortadoksça savunduğunu iddia ederek çoğulcu, demokratik, insancıl sosyalizm şeklinde önerilerini revizyonizm olarak nitelemekte, içinde kanatlara, değişik çizgilere izin vermeyen monolitik parti fikrini savunmaktadır.
tdkpnin tasviyesi(tdkp-platform broşüründen alınmıştır) KONFERANSLAR ve DEĞERLENDİRMELER
12 Eylül 1980 darbesi ve arkasından Nisan 1981 faşist darbesi ile teslimiyet, yenilgi ve kriz dönemine giren TDKP türlü tasfiyeci grupların da katkıları ile günlük gelişmelerin ve etkenlik alanının dışına düşmesi sonucu kendisini yenileyemedi. Son aşama sağlıksız koşullarda meydana gelen 1991 TDKP Şubat I. Genel Konferansında ise hala probleminin tespiti ve çözümleri mevzusunda samimi bir yaklaşımın oluşmadığını, hala parti içinde sağ sapmaların disiplinli oranda parti örgütünü sardığını görüyoruz. 1991 1. TDKP Parti Konferansı belgelerinin, sayfa 16'da işaret edildiği şeklinde, tasfiye edilmiş TDKP, tasfiyecilerin ve işbirlikçilerin de katkıları ile proletaryanın savaşım örgütü olmaktan çok uzaktı; noksan söylenmiş, asla alakası yoktur olmalıydı!
"Konferansımız, faşizmin ve gericiliğin "liberalleşme" güldürüsünün... gerçekte disiplinli legalist etkisinde bırakır altında bulunan ilerici ve devrimci akımlar üstünde tesir yaratabileceğine ve genel olarak "ilerici" kamuoyunda bir legalizm dalgası yaratabileceğine"; bunun "Türkiye devrimci hareketi, gelişen ve gerçekte bugün de disiplinli legalci zaaflar oluşturduğuna dikkati çeker. Partimiz- "legal" imkanlardan yararlanmayı reddetmeksizin, aksine ekranda görülen pencereden! "en iyi şekilde yararlanma çizgisi" izleyerek, bugün illegaliteyi güçlendirmeye, yasadışı örgütü işçi kitleleri içinde yaygınlaştırmaya, onun savaşım kapasitesini artıracak adımlar atmaya, daha da ehemmiyet vermektedir."
Bu itirafın bugün çok gerçek ve yerinde bulunduğunu TDKP'nin tasfiyesi ile tüm larının, 1991 Konuşma Belgelerinde dikkati çekilen diğer yandan da hazırlanan ve yaşam bulan liberal-oportünist akımın tükettiği ve posası çıkarılmış olan ve bir parti isminden başka hiçbir şeyi bırakılmayan Partinin şimdiki durumundan en fazla hoşnut olan faşist diktatörlüğün ve yandaşlarının iğrenç zafer kahkahalarını MGK'nın "politika belgesi"nde görüyor ve duyuyoruz.
1991 I. Genel Konferansı arkasından 1995 yılından itibaren tasfiyecilik, olanca ağırlığıyla partinin üzerine TDKP'nin kitle gösterim organı olan Devrimin Sesi'nde yazıldığı şekilde geldi. Bundan sonra teşkilat içindeki devrimci kadrolar çok büyük bir oranda tasfiye edilmiş ve tutuklanmıştı;
"Emekçi yığın hareketinin ileri doğru her atılımı tabii olarak yeni teşkilat biçimlerini gündeme getirdi. Fakat bugün bundan böyle gereksinim haline gelen teşkilat şekli hepsinin üstünde ve tüm hareketi her yönüyle yönetmeye yetenekli bir teşkilat biçimidir. Bu şekil, hareketin açık bağımsız politik hareket olarak örgütlenmesidir. Bugünün çözülmesi ihtiyaç duyulan problemi budur. Bu problemi işçi sınıfı adına hareket ettiğini söyleyen birileri çözemeyeceğine gore, bu görevi omuzlayacak olanlar bizzat derslik şuurlu öncü işçiler ve onların kendi içinden çıkardığı namuslu yöneticilerdir." (Devrimin Sesi - Temmuz, 1995 -Sayı 190) 1995 yılındaki merkezi inisiyatif bulunduğunu sanan ve "ama o gün gereksinim haline gelen teşkilat şekli hepsinin üstünde ve gereksinim haline gelen teşkilat şekli, hepsinin üstünde ve tüm hareketi her yönüyle yönetmeye yetenekli bir teşkilat" oluşturma mevzusunda legal-partinin hazırlıklarına "namuslu yöneticileri" ile başlanmıştır. Tüm hareketi hepsinin üstünde ve her yönüyle yönetmeye yetenekli açık bağımsız örgütü kurabilmenin tek şartı TDKP ve ona bağlı tüm kurumların tasfiyesi ile mümkün olabileceğini dünya devrimci hareketinin anlamayacağını sanmak şeklinde geri zekalıca bir yaklaşımın neticeleri, biliyoruz ki tasfiyecilerin beklediğinden daha iyi gelişti. Başka mevzu; tasfiyeyi resmi olarak izah etme cesaretini bulamamalarının ya da açıklayamamalarının gerekçeleri bellidir. Niçin "namuslu yöneticileri" bu görevleri üstüne alıyor da içinizdeki, size gore "namussuz yöneticiler" de mi vardı, peki onların sizin yanınızda işi neydi?
1995 yılının varolan şartları açısından baktığımızda pek dikkat çekmeyen yukarıdaki yaklaşım bugün TDKP'nin batkı haldeki şartları ile ilişkilendirdiğimizde parti üstüne yazılan senaryo tüm açıklığıyla karşımıza geliyor.
Tasfiyecilik türü benzeri vakalar benzeri kararlar ile benzeri süreç 1908-12 yılları içinde Rusya'da yaşanır;
Rusya'da ki Tasfiyecilerin kararları ;
"1. Toplumsal-Demokrat Partinin, sosyal-Demokrat proletaryanın kendi kendini yöneten bir örgütüne dönüşmesi, ama, sosyal-Demokrat teşkilat işçi kitlelerini her türlü açık toplumsal ve siyasal faaliyete çekme süreci içinde biçimlenirse mümkün olabilir. 2. Devrim öncesi döneme kıyasla farklılık gösteren toplumsal ve siyasal şartlar açısından, mevcut ya da kurulmakta olan yasadışı parti örgütleri, kendilerini açık işçi sınıfı hareketinin yeni şekil ve yöntemlerine uydurmak durumundadırlar. 3. Toplumsal-Demokrat Parti, bir tüm olarak örgütünün yasadışı kalmaya zorlandığı şu anda dahi, Parti çalışmalarının türlü kısımlarını açık olarak sürdürmek ve bu amaca uygun örgütler oluşturmak için uğraş harcamalıdır." (Örgütlenme üstüne, Lenin, sf.:81-88, Sır Yayınları) Günümüzün tasfiyecileri ile ortalama yüzyıl öncesinin tasfiyecileri içinde niteliksel bir fark gözlemleyemiyoruz. Gerekçe ve sebepleri ve açılımlara dikkat edin inanılmaz derecede aynı! EMEP'çi tasfiyecilerin TGKB'nin feshini kulaktan kulağa yaymaları, TDKP'nin tasfiyesinin hiçbir vakit anlatmaya yüreklilik edememeleri, yasadışı olanın şu demek oluyor ki hareketi tüm yönleriyle yönetecek EMEP'in kuruluşu ile TDKP'nin tasfiyesi anlamına geldiğinin, önünü tıkayabilmek için bolca oranda lafazanlık ve tantanalı kelimelerin arasına saklamaya çalışılarak samimiyetsizliklerinin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Ergonomik mücadeledeki ilkesiz, tutarsız, işçi sınıfının mücadelesine 3-5 yağmacı sebebiyle tavır alıp, işçiler aleyhine hak gaspına yönelen kompradorlardan ve basınından hiçbir farkları kalmadığını toprak ağaları ile ittifakları ile, minik ve orta burjuvazinin partileri olan SHP, YTP, ... şeklinde partilerle ittifak görüşmeleri ile ezilen sınıfların değildir egemen sınıfların partisi olma yolunda güvenli adımlarla yürüyerek, kimliklerini en iyi kendileri açığa vuruyorlar. Tasfiyecilerin ikiyüzlülüklerine karşı en büyük darbeyi işçi sınıfının indireceğinden güvenli olabilirsiniz.
Peşinden "Devrimin Sesi - yıl 1995 - sayı: 190 - sf.:9" TDKP'nin tasfiyesinin gerekçelerini ortaya koyulmaktadır;
"Savaşım ihtiyacı ve potansiyeli taşıyan en geniş işçi, talebe, köylü vd. gençlik kesimleriyle derslik mücadelesinde, bugün ezilenlerin seçenek politik örgütü olan açık, politik harekette örgütlenmek, gençlik mücadelesinin yeni bir atılım, militan ve devrimci ruh kazandıracak, gerçekte örgütlü ve mücadeleci olmayı temsil edecektir." Yukarıda gösterdiğimiz Rus tasfiyecilerin kararları ile bizim tasfiyecilerin yaklaşımlarındaki benzerlik şaşırtıcı değildir mi?... Derhal arkasından "Devrimin Sesi - yıl 1995 - sayı: 191 - sf.:8" TGKB'nin tasfiyesinin gerekçeleri ortaya koyulmaktadır;
"Komünist gençliğin, bugüne dek nice bedeller ödeyerek ulaşmaya çalışmış olduğu gaye ve hedeflere varmanın, üstlendiği vazife ve işlevleri yerine getirmesinin yolu, sınıfın, halkın ve gençliğin şimdiki gereksinim ve olanaklarına çözüm veren bir yenilenme ve dönüşümden geçmektedir, İşçi sınıfının bir parçası olan komünist gençliğin, bugün açık politik bir seçenek olarak kendini ortaya koyma yolunu tutan işçi ve halk hareketine en kuvvetli bir biçimde dahil olması, kendi varlık sebebinin en tabii ve lüzumlu sonucudur da." TGKB'nin, Emek Gençliği olarak örgütlenmesi partinin ve ona bağlı etkenlik gösteren gençlik kadro örgütünün devrimci niteliğinin reddedilmesi anlamını taşımaktadır. TDKP-İÖ-GMK'nin 1979 Temmuz ayında meydana getirilen toplantısında almış olduğu karar, 2 Şubat 1980, TDKP 1. Kurultay Kararlarında ifadesini şöyleki bulur; "TGKB öncü teşkilat değildir. Türkiye proletaryasının ve emekçi halkının ve onun gençliğinin öncüsü, partidir. Bunun anlamı şudur: Gençliği devrime kazanarak devrim için örgütleyecek ve devrim yolunda seferber edebilecek tek güç partidir. Partinin somut ilgisi, devamlı uğraşı ve önderliği olmadan gençlik kazanılamaz, eğitilemez, örgütlenemez. İşçi sınıfı ve emekçi halkın olduğu şeklinde gençliğin de tek öncüsü, önderi Partidir." (TDKP 1. Kurultay Belgeleri, sf.: 171), şu demek oluyor ki başka deyişle TGKB, TDKP'nin Komünizm okuludur. 1980 öncesi TDKP hareketinin en dinamik örgütü olan TGKB tüm kafa karışıklığına karşın gençlik içinde geniş bir etkenlik alanı buldu ve bilhassa talebe gençliğin devrimcileşmesinde olduğu şeklinde, partiye yetişmiş savaşçı hazırlamada mühim katkıları oldu. TGKB'nin kurum gerekçelerinden olan komünist gençlik oluşturmada komünizm okulu olarak üzerine düşenleri fazlasıyla yaparken, kadrolarının, karşı-devrim güçlerinin en ağır saldırılarına maruz kalmasına karşın yadsınamayacak aşama de başarılar elde etti. Devrimci partilerin en yoğun kadro aldıkları kurumlar kendi genç komünist devrimci örgütleridir. Bu türden işlevleri olan bir örgütün tasfiyesi, devrimci çizgiye kanalize olmuş Komünist Gençlik Örgütü ve kadrolarının devrimci niteliklerinin tasfiyesi anlamını taşır. Daima ve daima, işçi sınıfının kurtuluşu yolunda devrim mücadelesinde gençlik, bilhassa Komünist Gençlik Örgütleri hususi ehemmiyet arz ederler ve dolayısı ile tasfiyesi değildir aksine savaşçı özelliklerinin geliştirilmesi büyük ehemmiyet arz eder.
Peşinden 1996 Ekim'inde meydana getirilen sözde II. Genel Konuşma!
Günümüzde varolan oportünist-yasalcı yaklaşımların sebepleri Lenin'in deyisiyle "sımsıkı kaynaşmamış gevşek bir parti örgütü".. "üç kağıtçının, dolandırıcının ve hayının, şu demek oluyor ki parti, her önüne gelenin kendisini parti üyesi duyuru etmiş olduğu" bir duruma düşürüldü. Günümüzde partinin bu duruma düşürülmesinin "gerekçeleri, aynı çevreler tarafınca "TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır" adlı 20 sayfalık broşürün 14-15-16-17-18-19 sayfalarında noktası virgülüne dokunmaksızın şöyleki anlatılmaktadır;
"1990'li yılların en mühim gelişmelerinden birisi de; kitleler içinde mevcut rejim etrafında, kendiliğinden ve tedricen de olsa, yaşam ve çabalama koşullarının iyileşebileceğine, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılabileceğine ilişkin beklentilerin zayıflaması, geleneksel burjuva-düzen partilerinden kopuş ve yeni arayışlara yönelme sürecinin ilerlemesi, bilhassa ileri işçiler içinde ayrı bir parti olarak örgütlenme eğiliminin gelişmesi ve güçlenmesi olmuştur. Bu gelişmeye rağmen, ileri işçilerin ezici çoğunluğu içinde dağınıklık ve örgütsüzlük aşılamadı ve devrimci bir işçi partisinde örgütlenmesi gerçekleşmedi. Bu, hareketin istikrarlı bir gelişme ve ilerleme sürecine girememesinin ve 1992-1993 yıllarındaki durgunluğun 1994-1995 yıllarındaki canlanmaya rağmen aşılamamasının ve açık işçi kitle hareketinin son 10 senenin en zayıf periyodunu yaşamasının temel nedenlerden biridir." Sizler hiçbir vakit işçi sınıfı hareketini anlama kabiliyetini gösteremediniz ki onları örgütleyebilesiniz. Devrimci Komünist Partisi'nde örgütlenememesinin gerekçelerini koyarken dahi son aşama küçük-burjuva reformist bir "işçi örgütü" ifadesinin kullanılması, Marksist-Leninist perspektifi yitirdiğinizi ortaya koyuyor. Benzeri bir süreç 1968 hareketinin ürettiği TKP-ML hareketi içinde İbrahim Kaypakkaya ile Şark Perinçek içinde yaşanmıştı ve gelinen noktada legalizmi korumak için çaba sarfeden ve "hareketi tüm yönleriyle yönetmeye yetenekli legalist bir teşkilat kuran" Şark Perinçek şimdi devrimcilerin katilleri ile kol kola ajan-provokatör rolünü oynamaya devam ediyor. Baylar, bundan böyle devrimci işçi partilerinin modası geçti demek istiyor. O nedenle yasal partiyi,TDKP'li ve çevre kamuoyu açısından kendilerince meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Karın ağrısı-sancısı burada!... "TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır" belgesine kaldığımız yerden incelemeye devam ediyoruz;
"Öte taraftan, açık işçi ve emekçi kitle hareketinin, şu demek oluyor ki sıra Kürt hareketinin 1995 ortalarından bu yana yeni bir durgunluk ve dağınıklık sürecine girmesinin sebepleri, 1991-94 yılları arasındaki durgunluğun sebeplerinden bir yönüyle ayrılmaktadır. Zira söz mevzusu dönemde, işçi ve emekçi sınıflar ve Kürt emekçi kitleleri açısından, yaşam koşulları 1990-91 yıllarında olduğu şeklinde nispi bir iyileşme göstermedi, aksine daha da kötüleşti. Kısaca sıra, "demokrasi" kampanyaları, beklenti yaratacak ve kitle hareketini baltalayacak bir etken olamadı. Açık kitle hareketi, esas olarak kendi içinden parçalandı: Geleneksel liberal "sol" grupların ve sendika bürokrasisinin, işçi ve emekçi kitleleri umutsuzluğa sürükleyen fiil çizgisi ve anarşizan "toplumcu" akımların büsbütün çürüme sonucunda vardıkları terörün; kitle hareketini dağıtan ileri kesimlerle geriden gelen yığınlar arasındaki ilişkiyi tahrip ve politik ortamı ve kitleleri provake eden tasfiyeci bir rol oynadı. Kürt milliyetçi akımının Türk-Kürt düşmanlığı eksenine oturan ve 1991'lerden itibaren emperyalist güçler arasındaki çıkar mücadelesinin yörüngesinde tekrardan şekillenen "emek vermesi"; Türk emekçilerini sermayenin provakatif faaliyetine açık bir pozisyona iterken, Kürt nüfus içinde da, artan hoşnutsuzluk ve bıkkınlığı umutsuzluğa dönüştüren bir etken oldu. Bu koşullar altında savaşım eden ileri işçi örgütleri, tüm bu negatif faktörleri etkisiz hale getirmeye ya da tahrip edici neticelerini en asgariye indirme kabiliyeti gösteremedi. Birbirini karşılıklı besleyen ve güçlendiren bu faktörler, emekçi kitlelerin düzenden kopuşları, 1995-96 yıllarında daha da derinleşmesine rağmen; açık kitle mücadelesinin durgunluk göstermesine ve nüfusun alt tabakaları içinde dağıtıcı bir umutsuzluk yaşanmasına yol açtı.
Olgular ortadadır: Terörcü saldırılar, gençlik adına meydana getirilen eylemler, 1 Mayıs'da örnekleri ve neticeleri açıkça görülen sorumsuz yağma ve hücum eylemleri, sendikal platformlara yönelik provakatif girişimler, emekçi sendikalarındaki yeni bürokratik çöreklenme vb olgular ve bunların kitleler içinde yarattığı hisleri bilinmektedir. Diktatörlük, bu türden girişim ve eylemler ve bunların emekçi sınıflar arasındaki geriletici ve moral bozucu etkilerini, kitle mücadelesi sonucu fiilen kazanılan mevzileri (mesela kitlesel yasa-dışı gösteriler) gasp etmek, saldırıların yoğunlaştırılması ve yasaların daha da faşistleştirilmesi için kullandı." (TDKP 2. Genel Konferansı Açıklamasıdır)
Eğer egemen sınıflar hak gasplarını gerçekleştiriyorsa bunun sebebi radikal-sol grupların köktencilik fiil ya da faaliyetleri değildir, aksine 1 - Egemenlerin; işçi sınıfının savaşım sürecinin yoğunlaşması sonucunda siyasallaşmasından ve bu sebeple iktidarı kaybetmekten korktukları için, 2 - işçi sınıfının devrimci sürecinin geriliğidir ya da başka deyişle işçi sınıfı partisi ve örgütlerinin derslik içindeki örgütlü gücünün zayıflığıdır. 3 - Doymak bilmez iştahları ile arsızca hücum, katliamlar, kan ve gözyaşı kapitalizmin en büyük gıda membaı olduğu içindir. Sayın yasalcı - oportünist baylarımızın burada kavrayamadıkları başka nokta; Türkiye ve dünya işçi sınıfı mücadelesinin, geçmişten bugüne devam eden gelişme sürecinde, işçi sınıfına eylemlerinde lık eden temel niçin; taleplerinin ve savaşım sistemlerinin-,metotlarının sistem açısından yasal olup olmaması değildir, aksine; taleplerinin ve savaşım sistemlerinin-,metotlarının işçi sınıfının kendisi için meşru olup olmamasıdır. İşte tam da bu aşamada burjuva sağ bir yaklaşım karşımıza geliyor. Çünkü bu meseleyi farkında olduğumuz basit burjuva partilerin liderlerine sorsak sanıyorum şöyleki bir cevap alırız; "yasal olmayan ve (komprador-ağa düzenini kastetmek isterler) devleti riske eden her fiil kanun dışıdır!" İşte egemen sınıfların ağzıyla ve ideolojik anlayışıyla burada buluşuyorsunuz. Bizler komünistler ise meşruiyet ararız, yasallık değildir. İşte sağ oportünizm ile Marksist yaklaşımın ayırt edilebileceği temel noktalardan biri. Bahis mevzusu bu mantalite 27 Mayıs 1961 Anayasasına karşın Denizleri her türlü yasadışı imkanları kullanarak idam eden anlayıştır. Burjuva parti liderlerinin yasallık anlayışı budur. Naüreldir ki egemen sınıfların meşruiyetten ne anladıkları ile işçi sınıfı ve partisinin meşruiyet anlayışı içinde antagonist derslik çelişkilerinden lananan büyük farklar vardır. Ve bu konuyu minik burjuva oportünistlerin anlamasını bekleyemeyiz. Onlar ağa-patron düzeninin minik burjuva oportünistler için biçtikleri kıyafetin kendilerine yakıştığının farkındadırlar. Ufak burjuva oportünistlerinden "İstenen şey, ("katışıksız işçi sınıfı"'nin ödevleri uğruna) işçi sınıfını, burjuva siyasetinin ve burjuva ideolojisinin sultası altına sokmaktır." (Lenin, Tasfiyecilik üstüne, sf.:18)"
Örneklersek; yakın tarihimizde 1977, 1 Mayıs Bölme'inde insanlarımızı keklik şeklinde avlayanlar, yukarıda rahatsız olduğunuzu belirttiğiniz yağmacı çevreler değildir aksine faşist diktatörlüğün güçleriydi! Sonraki yıllarda yasaklanmasına karşın devrimcilerin önderliğinde meydana gelen 1 Mayıs'larda meydana getirilen eylemlerin yasal olup olmaması bizleri ilgilendirmiyor, aksine 1 Mayıs'lar işçi sınıfının BİRLİK DAYANIŞMA VE MüCADELE GüNü'dür ve meşrudur ve bu konuyu bizler işçi sınıfı olarak, yasalarınız izin verse de vermese de kutlarız.
O yağmaları ve yapanları savunacak ve hoş görecek değiliz doğal ki ama nasıl yapsak o gün yağmayı yapanlar dahil sizlerden daha da masum gerekçelerle yaptılar, en azından bildikleri yollarla faşist diktatörlüğe ve burjuvalara karşı kinlerini kusma fırsatı buldular ve en azından hortumcularla rekabet edemeyecek kadar zavallıydılar. Bu sebeple yasal zemin de aramadılar! Demek ki onlar işçi sınıfına sizlerden daha yakınlar.
İşçi sınıfı ve onun partisi için savaşım sistemleri,metotları; egemen sınıfların kendi sistemlerinin belirlediği şartlarda ya da yasalar etrafında değildir, aksine; savaşım yöntem ve şekilleri işçi sınıfı ve onun partisinin kendileri için meşru olan zeminde ve onun gereklerine uygun olarak yürütülür.
Eğer işçi sınıfı ve emekçiler olarak haklarımızı alabilmek için yasal yollar söz mevzusu değilse biz de Deniz'lerin, Mahir'lerin, İbrahim'lerin yolunu izleriz, meşru haklarımızı en meşru bir biçimde alabilmek için son aşama meşru yollarla savaşım ederiz. Burjuva-liberallerin yasaları, işçi sınıfının da meşruiyetine dayanan kendi yasaları vardır.
"TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır" belgesini kaldığımız yerden incelemeye devam ediyoruz;
"Kitle hareketindeki durgunluk mutlak bir olgu değildir. Kitle hareketinin, patlamaları da içerebilecek yeni bir yükseliş sürecine girmesinin, tüm ezilen ve sömürülen sınıfların birleşik mücadelesi olarak gelişmesinin koşulları ve işçi ve emekçi hareketini tahrip eden, geriye iten etkenlerin üstesinden gelmenin olanakları gelişmeye ve olgunlaşmaya devam ediyor. Diktatörlüğün hücum ve baskı aygıtlarını devamlı güçlendirmesine, baskı ve terör yoğunlaştırmasına rağmen, kitle mücadelesindeki düşüş ve yükselişe bağlı olarak fiilen kullanılan demokratik hakların alanı genişlemeye devam etti. Türkiye, ezilen ve sömürülen sınıfların yaşam ve çabalama koşullarının hızla kötüleştiği, acil ekonomik ve politik taleplerinden asla birinin gerçekleşmediği, kitleler içinde hoşnutsuzluk, hiddet ve savaşım eğilimlerinin geliştiği, buna karşılık egemen sınıfların ve hükümetin ekonomik ve politik saldırılarını yoğunlaştırdıkları, yeni hücum paketlerini gündeme getirmek ve uygulamak için, en uygun hatıra kolladıkları bir süreçten geçiyor. Koşullar, tekelci komprador burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin başta IMF ve Dünya Bankası olmak suretiyle buyuruculuk destekli ekonomik ve politik saldırılarının yoğunlaşacağı, tüm ezilen ve sömürülen sınıfların yaşam ve çabalama koşullarının daha da kötüleşeceği bir doğrultuda gelişmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu ise ezilen ve sömürülen kitleler içinde hoşnutsuzluk, hiddet ve savaşım eğilimlerinin gelişmesi, ezenle ezilen, sömürenle sömürülen, yönetenle yönetilen sınıflar, emekle ana para arasındaki çelişkilerin daha da keskinleşmesidir." Sayın edebiyatçımız burada sınıflar içinde kendiliğinden gelişen büyük derslik mücadelesinden bahsederken maalesef Devrimcilerin vazife ve sorumluluklarında dolayısı ile partinin sorumluluklarından bahsetme sorumluluğunu gösteremiyor. Öyleki bir dertleri yok ki! Devam ediyoruz;
"Türkiye'de devrimle karşı-devrim, emekle ana para, ezilen ve sömürülen sınıflarla buyuruculuk ve egemen sınıflar ittifakı arasındaki savaşım hemen hemen kati bir hesaplaşma özelliği kazanmamış olmakla beraber, süreç buraya doğru ilerlemektedir. Bu düz bir çizgi olarak gelişmemekte inişleri çıkışları içeren bir özellik taşımaktadır. Tüm bu tür durumlar, yığınların birleşik savaşım ve direniş cephesinin örülmesinin ehemmiyet ve aciliyetini artırmaktadır. Partimiz, sağ ve "sol" oportünist gruplardan değişik olarak, birlik sorununu, "sol'un birliği" ya da "sol gruplar arasındaki bir ittifak" problemi olarak görmemektedir. İşçi sınıfı ve hareketiyle bir bağı olmayan bu türden gruplar ve aralarındaki "birlik" ya da "ittifaklar", gerek üstünde bulundukları platform ve gerekse de fiil çizgileriyle hareketi birleştiren ve ilerleten değildir, tam tersine onu zayıflatan ve baltalayan tasfiyeci bir rol oynamaktadırlar. Partimizin birlik mevzusundaki temel politikası, işçi sınıfının parti birliğinin yanısıra (EMEP'in demek istiyor), geniş işçi yığınlarının savaşım birliğinin ve işçi merkezli bir Emek (ve Halk) Cephesi'nin yaratılmasıdır. Bunun şimdiki araçları ise, oluşmuş işçi platformları, sendikalar ve başka toplumsal örgütlerdir."
Ufak burjuva aydının kibirliliği ile işçi sınıfı hareketinin tahlil ve tespitlerini halletmeye çalışınca maalesef kafa-göz kırmayı düzgüsel karşılamak gerekir ama, haddine düşmeyenlerin de söz konusu yazıları yazmaması, yazanlarında "elinin hamur harcını ile adam işine karışması" diye algılanır bizim toplumumuzda. İşçi sınıfı partisi için sendikalar, işçi platformları ve sınıfı temsil eden alanlar olabilir, ama hangi mealde; ekonomik mi, siyasal mi, ideolojik mi? Sendikacıların kuyrukçuluğunu yapabilirsiniz, bu sizin işçi sınıfı diyince ne anladığınızı ortaya koyuyor. İşçi sınıfı partisi ise sınıfın içindeki çalışmalarını yapar ve örgütlerken tamamen değişik çalışır ve savaşım araçlarının asla birisini reddetmeksizin hepsini proletarya diktatörlüğünü oluşturmak için kullanılabilecek araçlar olarak değerlendirir. Sendikaları ise işçi sınıfının burjuva-demokratik, ekonomik savaşım aracı olarak bakar, hepsi bu. Sendikalara daha çok yükümlülülükler yüklemek ne işçilere bir aşama attırır, ne de işçilere bir şeyler kazandırır. İşçi sınıfı ise sendikaların niteliğini yaşam pratiklerinden ve deneylerinden bilirler ki, nihai mealde güvenilmeyecek örgütlerdir sendikalar. Mesele burada, komprador-ağa devletinin devrilmesi, proletarya diktatörlüğünün kurulması ve bunun gereklerinin ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak iyi mi yerine getirileceği, üçüncüsü de ergonomik sorunudur! Ama sizler bir tek konuşuyorsunuz, pek çok iyi niyetli insanımızı cevap getirmekten uzak anlam ifade etmeyen tahlilimsi şeylerle uyutuyorsunuz. Çok şey söylüyorsunuz, ama aslen dişe dokunur hiçbir şey söylemiyorsunuz. 3 Kasım seçim neticelerini bir süre sonra değerlendirdiğimizde proletarya diktatörlüğünü oluşturmak ya da burjuva parlamenter sistem içinde çelik çomak oynamak mı! Sorusuna cevap arayacağız, doğal ki tasfiyecilerin anlatımıyla. Bakalım burjuva parlamenter sistemde çelik çomak oyununda ne yapmışlar?
"TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır" belgesini kaldığımız yerden incelemeye devam ediyoruz;
"İşçi sınıfının, sermayenin ve diktatörlüğün ardı arkası gelmeyen saldırılarına karşı kuvvetli bir savaşım cephesi yaratmada, saldırıları püskürtme ve kurtuluş yolunda ilerlemede en temel silahı partidir (şu demek oluyor ki EMEP, demek istiyor). Konferansımız, işçi sınıfının günlük hareketine; başta işçi sınıfı olmak suretiyle yığınların devrim için hazırlanması ve örgütlenmesine azami yardımı yapma, bu sebeple lüzumlu tüm araç ve olanaklardan sonuna kadar yararlanma kabiliyetini gösterecek, işçi sınıfının uyanış içindeki ana kitlesini kucaklayan kitlesel partisinin ve komünist işçilerin çelikten disiplinine haiz örgütünün tekrardan inşası görevlerine dikkat çeker." İşçi sınıfı ve onun evlatlarının ve örgütünün hiçbir "azami desteğe" ihtiyacı yoktur ve olması imkansız da, işçi sınıfı ve onun evlatları bilirler ki biri bizlere yardım edeceğini söylüyorsa kesinlikle bunda bir bit yeniği vardır. İşçi sınıfının bir üyesi ve neferi olarak şunu biliyorum, bizlere bizlerden başka hiçbir derslik ya da kesim ya da kimse yardım etmez. Bizim bir tek dostumuz vardır o da sınıfımızdır. Müttefikimiz olan başka derslik ve sınıfsal katmanlara ulaşınca onlarla bir tek çıkara dayalı ilişkilerimiz vardır. Proletarya diktatörlüğünü kurabilmek için, egemen patron-ağa devletini yıkmaya tamamen tüm kurumlarıyla tasfiye etmeye ve yerine sıfırdan yenisini şu demek oluyor ki "proletarya diktatörlüğünü" oluşturmak ve böylelikle egemen derslik noktasına proletaryayı taşımayı hedefleyen işçi sınıfına, haddinizi aşıp yardım teklif ediyorsunuz ki. Birincisi; Proletaryanın partisinin "işçi sınıfına azami yardım" şeklinde bir yükümlülüğü olması imkansız, aksine kendisi aslına bakarsan proletaryanın partisidir ki bu eşyanın tabiatına aykırıdır (kendi kendine yardım, gülünç), ikincisi; minik burjuva çevrelerden, aydın kibirliliği ile bu şekilde arsız bir teklif gelebilir ki, bu da sizin iddia edip sömürmeye çalıştığınız işçi sınıfı hareketi ve öğelerini, daha ileri taşımak şeklinde bir derdinizin olmadığını ortaya koyuyor. Sizler işçi sınıfı için burjuva parlementerler şeklinde konuşuyorsunuz, devamlı öykü anlatıyorsunuz! Emek cephesi 1986'lı yıllardan sonrasında İstanbul emek platformu adıyla kurmaya çalıştığımız ve neticelerini da aldığımız değişik bölgelerde emekçiler, demokratik kitle örgütleri, kimi siyasal partilerin temsilcileri ve sendikacıların katilimi ile oluşturulmuş geniş kitlelerle buluşmaya çalıştığımız bir süreçti ve bu şeklinde faaliyetleri elden gelen imkanlar etrafında bizler TDKP'liler önderlik etmeye çalıştık ve doğru da bir harekettir. Ama sayın vatandaşların söylediği mealde legalist kaygılarla değildir, aksine işçi ve emekçilerin seslerini daha organize bir biçimde ifade etme ihtiyacından çıkmıştır emek platformu şeklinde platformlar, ve üstelik yasal da değildi, çıkış sebepleri bir tek meşruydu. Yasal değildir.
"TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır" belgesini Sf. 17'den incelemeye devam ediyoruz;
"Tüm zayıflıklarına ve eksikliklerine rağmen, gençliğe hususi bir ehemmiyet veren ve işçi hareketinin yönetim, şuur, örgütlenme ve savaşım düzeyinin ilerletilmesine en azami yardımı faaliyetinin merkezine alan TDKP, başta işçi hareketi olmak suretiyle kitle hareketindeki yeri, ilişkileri vb. ile tüm alanlarda başka akım ve örgütlerden ayrıldı. Devrim ve sosyalizm adına yola çıkan tüm akımlar burjuva liberalizminin ya da bireysel terörizmin yolunda ilerler, işçi hareketi karşısında tasfiyeci bir rol oynarken, partimiz, işçiler içinde etkenlik yürüten, işçi hareketini ilerletme olanağına haiz tak akım durumuna geldi." (TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır) "Tüm zayıflıklarına ve eksikliklerine rağmen, gençliğe hususi bir ehemmiyet veren ve işçi hareketinin yönetim, şuur, örgütlenme ve savaşım düzeyinin ilerletilmesine en azami yardımı faaliyetinin merkezine alan TDKP". Bu şekilde bir yaklaşımı ama gençliğin ya da genel mealde temsil ettiğini söylediğiniz Komünist Partileri'nin yaklaşımı olması imkansız; gençliğe, mücadelesinin gelişimi için yardımı esas almaz, aksine, gençliği; gençliğin aslolan kurtuluşu olan sosyalizm perspektifiyle örgütler. Çünkü teşkilat bilir ki kendi nüveleri olan gençliğin gerçek kurtuluşu ama Sosyalizmdedir. Hala işçi sınıfının ve emekçilerin bir örgütü olarak kendi kendisine yardımı esas alan saçma sapan bir yaklaşım söz mevzusu ve bu yaklaşımla da tasfiyeciler gençliğin kendisine ait teşkilat olmadıklarını tıpkı yukarıdaki ifadelerinde de gördüğümüz şeklinde işçi sınıfına yardımı esas alan bir yaklaşımla işçi sınıfının bir örgütü olmadıklarını tüm samimiyetleri ile ortaya koyuyorlar. "TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır" belgesini kaldığımız yerden incelemeye devam ediyoruz;
"Partimiz saflarında ve çevresinde bilhassa gizlilik ve güvenlik gerekçesinin ardına sığınan, işçi hareketinin gereksinimlerine uygun bir değişimi ve ilerlemeyi fikir, yaşam ve çabalama tarzında gerçekleştirmeyi göze alamayan, geleneksel solun işçi hareketinden ve gereksinimlerinden koparılmış sözde yeraltı çalışmasının temsilcisi ergonomik oportünizm, burjuva liberalizminin başta teşkilat disiplini olmak suretiyle türlü alanlardaki yansımaları ve başka zayıflıklar, partimizin koşullardaki ve işçi hareketindeki gelişmelere bağlı olarak, şiarlar, teşkilat ve savaşım şekilleri ve sistemleri,metotları arasındaki ilişkilerde lüzumlu değişimleri ve yenilenmeyi zamanında gerçekleştirmesini engelledi. Partimiz gerek işçi hareketindeki ilerlemenin gerekse partimizin yürüttüğü faaliyetin geliştirdiği tüm olanakları ve araçları en azami düzeyde kullanma kabiliyetini gösteremedi. Bunun da ötesinde, bu olanaklar, bilhassa diktatörlüğün saldırılarınının partimiz üstünde yoğunlaştığı, bu saldırıların partinin tekrardan inşası ve yenilenmesindeki gecikme sonucu etkili olma olanağı bulmuş olduğu, bu koşullarda kayıpları en üye indirmek için muhteşem tedbirlerin alınmak zorunda kalındığı son yıllarda, örgütümüzün bünyesinde taşımış olduğu bu eğilimlerin ve zayıflıkların gelişme ve serpilme olanağı bulması sonucu baltalandı." (TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır) Eğer parti "saflarında ve çevresinde bilhassa gizlilik ve güvenlik gerekçesinin ardına sığınan, işçi hareketinin gereksinimlerine uygun bir değişimi ve ilerlemeyi fikir, yaşam ve çabalama tarzında gerçekleştirmeyi göze alamayan, geleneksel solun işçi hareketinden ve gereksinimlerinden koparılmış sözde yeraltı çalışmasının temsilcisi ergonomik oportünizm" şeklinde sapmalar var ise bunun sebepleri; 1 - 1981 sonrası sağ sapmanın, 2 - Teşkilat kadrolarının ve MK'sinin geçmişten o güne kadar bağrında varolan çelişkileri ve zafiyetlerinin zamanında tespit edilememesi, 3 - Gevşek bir parti örgütlenmesi (tıpkı Menşevikler şeklinde), 4 - İktidar perspektifinden yoksunluk, 5 - Partinin gelişen koşullara uygun yapılanamamasının, (siyasal, ideolojik ve örgütsel mealde) 6 - "geleneksel solun işçi hareketinden ve gereksinimlerinden koparılmış" olması, kopartanlar kimlerdi, hangi zihniyetin temsilcileriydiler, 7 - Kim bilir bilhassa uzun zamanlı bir teslimiyet politikasına uygun olarak yaratılan bir ortamdı ki bu da doğrudur. Çünkü pek çok bölümde birincisi; 1991 yılından sonraki tutuklamalarda partili olarak tanımlanan insanların pek çok, 12 Eylül öncesinde yandaş düzeyinde olan insanlardı, eğer gerek görülselerdi daha o vakit mücadelenin yükseldiği dönemlerde onların partiye katılmaları için lüzumlu emekler yapılırdı. Büyük bir deneyimsizlik örneği bilhassa verilmiştir bu zamanda!... İkincisi; 1991 sonrası dönemdeki çözülmeler ve karşı devrimin darbeleri merkezden gelen ya da gönderilen kadrolardan lanıyordu... Gevşek parti örgütlenmesi, derslik mücadelesini kavrayamama, ihanet içindeki kadrolar ve yasallaşma...
"TDKP 2. Genel Konferansının Açıklamasıdır", (3 sayfası boş, toplam 20 sayfa), devam ediyoruz;
"Koşullardaki değişiklik, başta uyanış içindeki ileri işçiler olmak suretiyle işçiler içinde gelişen ayrı bir derslik olarak örgütlenme eğiliminin olgunlaşma düzeyi, partimizin bugüne dek yürüttüğü faaliyetin birikimi ve işçi hareketindeki yeri ve tesir düzeyi; hatalar ve zayıflıklar da taşısa yakın zamana kadar partimizin çalışmasını ilerleten propaganda, teşhir-ajitasyon ve örgütlenme faaliyeti yürütürken kullandığı şekiller ve araçlar içinde öngördüğü birlikteliğin, örgütlerinin ve kadrolarının mevzilenmesinin eskidiğini, bir tüm olarak yenilenmesinin, gündeme gelen yeni şekiller ve araçlarla geliştirilmesinin mecburi hale geldiğini göstermektedir. Bu değişiklik eski teşkilat ve perspektifin korunması temelinde şekiller ve araçlar içinde yapılacak kısmi değişimlerle başarılamazdı. Değişiklik, ama ve ama partimizin açık ya da gizli saklı her alanda tekrardan inşası, güçlerinin arınması ve yenilenmesi gündeme alınarak gerçekleştirilebilirdi. MK'nin bu perspektifle almış olduğu tüm kararları ve partimizin attığı ergonomik aşamaları onaylayan konferansımız partimizin tekrardan inşası ve her alandaki faaliyetinin koşullardaki değişikliklere uygun olarak yenilenmesi ile tüm parti güçlerinin kendilerini aşmada ve arınmada gösterecekleri kabiliyet, en önemlisi de işçi sınıfının ve gençliğin taze güçleri ile yenilenmesi ve çelikten bir disiplin ve irade arasındaki belirleme edici ilişkiye dikkat çeker." (TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır) ...............
"TDKP 2. Genel Konferansının Açıklamasıdır", (3 sayfası boş, toplam 20 sayfa), Sayfa 19 (son sayfa, son olarak paragraf) "Teşkilat, Hanım, Kültür, Gençlik, Yurt-dışı Örgütleri ve Ulusal soruna ilişkin kararlar alan Konferansımız; tüm parti örgütlerinin ve güçlerinin, ileri işçilerin, geleceğimiz olan gençliğin, TDKP 2. Genel Konferansı'nın kararlarını tam bir içtenlik ve büyük bir özveriyle uygulayacaklarına olan inancını ve itimatını belirtir." (TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır, sf.:19) "TDKP'nin 2. Genel Konferansı, parti örgütlerinin ve güçlerinin, basta işçiler olmak suretiyle emekçiler ve gençlik içindeki ileri parti çevrelerinin en geniş ve ileri düzeyde temsilinin ve katılımlarının sağlandığı türlü oturumlardan oluşan bir süreç olarak gelişti ve saptadığı gündeme uygun olarak çalışmalarını tamamladı ve tam bir irade birliğiyle sonuçlandı." (TDKP 2. Genel Konferansı'nın Açıklamasıdır - Sayfa :3 )
TDKP şeklinde devrimci bir partinin süreç içinde tasfiyesi ile ortaya çıkan tasfiyecilerin kurduğu EMEP'in ortaya çıkışının sebepleri, aslen 1980 karşı- devriminin saldırılarının derhal arkasından TDKP-MK işbaşındayken 1. Kurum Kongresinde kabul edilen programdan geriye doğru arayışlara yönelinmesi ve 1981 senesinde Devrimin Sesi'nde "Yeni Bir Perspektif" başlıklı broşürle, "Türkiye'de hala lüzumlu olan burjuva demokrasisidir. Burjuvazili ya da burjuvazisiz, ama burjuva karakteriyle bir demokrasiye ülkemiz kesinlikle ulaşacaktır." gösterildi. Bu ideolojik bulanıklığın sebebi geniş ve disiplinli büyüklükte sayılabilecek bir kadro ve yandaş yoğunluğu bulunan TDKP'nin bir takım geri ve korkak önderlerinden ve ideologlarından bazılarının gelişimleri kavrayamamaları sonucu ortaya çıkmış, sınıftan kopuk bir küçük-burjuva devrimci hareketin hemen hemen derinleşememiş ideolojik duruşunun sonucu olarak da çözülmeler ve ihanetler başlar. Günümüzde görüyoruz ki EMEP o zamanki tanımlamaya uygun olarak bugün konumlanıyor. 1980 sonrası, 1981 Nisan darbesinin arkasından dağılma sürecine giren TDKP, 1983 seçimlerinin arkasından, 1984'lü yıllarda faşist diktatörlüğe doğru yüzünü dönen TDKP sistem içi çözümlere önem vererek "burjuva demokrasisi" için kolları sıvıyor, Avrupa'dakiler Ecevit ile görüşüyor, "Ecevit ile ilkeli bir ittifak yapmak için" kolları sıvadılar

TDKP görüşlerini, broşür şeklinde türden sınırsız yayınların yanı sıra periyodik çıkan Merkez Gösterim Organı Devrimin Sesi ve Yoldaş şeklinde yayınlarla yansıtmaktadır. Bu tür şeyler, gizli saklı basılıp dağıtılan yasa dışı organlardır.






  • Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk siyasal partisi hangisidir?


  • DHKP/C - Devrimci Halk Kurtuluş Partisi


  • TİP - Türkiye İşçi Partisi




Yaşadığımız dönemin dertlerinin, acılarının yanı sıra; eski, çağı geçmiş üretim tarzlarının hala devam etmelerinin sonucu olan, dünün mirası bir sürü derdi ve acıyı da, beraberlerinde getirdikleri çağımıza ait toplumsal ve siyasal ilişkilerle beraber yüklenmek zorundayız. Yalnız yaşayanlardan değildir ölülerden de çekeceğimiz var.Yoldaşlar Merhaba,

Geçmişte TDKP saflarında savaşım etmiş, fazlaca uzun süreden beri da yollarını komünistlerin birliğini savunanlarla birleştirmiş devrimciyiz. Okmeydanı eylemleri bizlere eski partimizin iyi mi tasfiye bulunduğunu hatırlattı. Bundan dolayı geçmişteki deneyimlerimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz.




Bugün için TDKP'den söz etmek pek çok devrimciye gereksiz gelebilir. Bu durumun bilhassa devrimci mücadeleye adımlarını son yıl içinde atmış genç dostlar için bu şekilde bulunduğunu tahmin ediyoruz. Büyük bölümü muhtemelen TDKP'nin ismini dahi duymamıştır. Sol örgütlerin web sayfalarında gezinmekten hoşlanan kimileri de bu ismi duyduğu vakit senelerdir yenilenmeyen bir web sayfasını hatırlayacaklardır. Daha uzun bir devrimci geçmişi olanlarsa TDKP ile EMEP ya da Evrensel gazetesi içinde bir ilişki kurduktan sonrasında yüzlerini buruşturarak soracaklar: “Bugün devrimcileri ‘bomba terörü' benzeri manşetleriyle kınayan, CHP'yi “bizimle niye seçim ittifakı kurmadınız?†diye eleştiren, 19 Mayıs'ı 1 Mayıs'la beraber kutlamak isteyen bir çizgiden bizlere ne?â€

Kendime payımıza TDKP'yi ve onun tasfiye oluşunu önemsiyoruz. Önemseyişimiz kuşkusuz eski partimize, bu parti içinde savaşım etmiş nice kıymetli yoldaşımıza olan gönül bağımızla ilgili. Yusuf Metin'lerin, Erdal Eren'lerin, İmran Aydın'ların, Engin Egeli'lerin partisinin tasfiye oluşunu engelleyememenin burukluğu da var içimizde. Ama aslolan niçin bu tür durumlar değildir yoldaşlar. Kapital'in önsözünde “Bize ne İngiliz işçilerinin öyküsünden?†diye soran Alman işçilerine bir yanıtı vardır Marx'ın: “İsimleri değiştir anlatılan senin hikayen olacakâ€. Sonrasında da Alman işçilerini uyarmayı dikkatsizlik etmez: “Bugün İngiliz işçilerinin başına gelen yarın sizin de başınıza gelecek. Buna hazırlıklı olunâ€. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali...

TDKP, bugün devrimci dediğimiz örgütler ne kadar devrimciyse minimum o denli devrimci olan bir örgüttü. Devletin silahlı bir işçi ayaklanmasıyla parçalanmasını hedefleyen bir programı vardı. Partimizin devrimci bir politik hatta haiz bulunduğunun en mühim göstergelerinden birisi harp karşısındaki tutumuydu. Parti “emperyalist harbe hazırlananlar iç harbe da hazır olsunlar!†diyordu. Meraklısı Özgürlük Dünyası'nın 1. Körfez Savaşı sırasındaki yazılarını karıştırabilir. İşin ilginci dün TDKP'yi tasfiyecilik bugün de EMEP'i reformizmle suçlayan MLKP, TKİP, TİKB şeklinde akımların İkinci Körfez Savaşı esnasında “Emperyalist Harbe Hayır!†demenin ötesine geçememesi. Bu akımlar bugün dünün TDKP'sinden daha geri durumdadır.

TDKP'nin Kürt sorununa bakışı şimdiki devrimci akımlardan daha geri değildi. Lafta da olsa Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkını savunuyordu. Normal olarak bizim partimiz de bugün Türkiyeli sol örgütlerin neredeyse tümü şeklinde Misak-ı Milliciydi. Kürtler ayrılmak isterse bunda özgürdüler; ama bizler gönüllü birlikten yanaydık, çünkü kurtuluş sosyalizmdeydi. üstelik TDKP şimdiki diğerlerinden daha disiplinli bir partiydi. Madem Kürt probleminin çözümü sosyalizmden, Kürt ve Türk emekçilerinin birleşik örgütlenmesinden geçiyordu, öyleyse Kürt ve Türk emekçilerini komünist bir partinin önderliğinde örgütlemek gerekirdi.

Parti kendisini devrimci komünist bir parti PKK'yi de minik burjuva devrimcisi bir teşkilat olarak görüyordu. Kürt emekçilerinin örgütlenmesinin minik burjuva devrimcilerine bırakılmayacağını bilen TDKP bölgenin en karışık olduğu dönemde dahi Şimal Kürdistan'da örgütlenme çalışmasını sürdürdü. üstelik bu konuyu PKK'nin koyduğu yasağa ve üyelerinin PKK tarafınca gözdağı vermek amacıyla öldürülmesine rağmen sürdürdü. Bu yönüyle TDKP harp yıllarında türlü bahanelerle Kürdistan'da örgütlenme çabalama yürütmesinden kaçınan örgütlerden ayrılıyordu. Şimdi PKK demokratik cumhuriyet perspektifini korumak için çaba sarfediyor bundan böyle OHAL kalktı. Aynı örgütler nedense Kürdistan'da örgütlenme çalışmalarını hızlandırdılar!

TDKP işçi sınıfı içinde disiplinli mevziler kazanmış bir partiydi. 1990 1 Mayısı'nda sendika bürokrasisinin hesaplarını bozacak bir örgütlülüğe sahipti. Coca-Cola'nın önünde yaşananlar hala unutulmamıştır herhalde. üstelik TDKP sendikalarda örgütlenmeye öncelik verse de sınıfın örgütsüz kesimleri içinde yürüttüğü çabalama, 1980 sonrası için konuşuyoruz, bugüne dek aşılamamıştır. Merter'de, OSTİM'de 90'ların başlangıcında kazanılmış mevziler bunun en mühim kanıtıdır. Partinin hızla tasfiyeye koştuğu 1996'da dahi ünaldı'da kazanılan başarı da TDKP'nin derslik içindeki bu ısrarlı çalışmasının ürünüydü. TDKP'nin sınıfla olan bağları kendisin halkçılıkla suçlayan TKİP, TİKB, MLKP'den kat be kat güçlüydü.
TDKP bununla beraber tasfiyeciliğe karşı uzlaşmaz bir tutum sergiliyordu. Ilkin 1987'de sonrasında da Kuruçeşme sürecinde yükselen tasfiyeci dalgalar karşısında partinin takındığı tok tutumu gerek Devrimin Sesi'nde gerekse de Özgürlük Dünyası'nda seyretmek mümkündü. Doksanların başlangıcında yasadışı dergi çıkarmak çetin bir işti. O zamanlar komünist örgütlerin yayınları kadrolara şimdiki şeklinde web teknolojisi kullanarak ulaştırılmıyordu. Yasa dışı bir dergi çıkarmanız için bir tek partizan kullanmayı bilmeniz değildir başka bir sürü riski de göze almanız gerekiyordu. İşte Devrimin Sesi ve Denge Şoreş o koşullarda tertipli olarak binlerce ilişkiye dağıtılıyordu. Fabrikalarda, emekçi mahallelerinde silahlı bildiri dağıtımları yapıyorduk. Kısacası karikatür değildir disiplinli bir yasadışı yapı içindeydik. Açıkçası yoldaşlar, doksanların ortasına kadar herhangi bir TDKP'liye ya da GKB'liye ileride yasal bir parti bürosunda yöneticilik yapacağını söyleseydiniz sözlerinize bir tek gülüp geçmezdi bununla beraber sizi bir güzel benzetirdi. En azından bizler ve çevremizdeki yoldaşlar meseleyi bu şekilde kavrıyorduk.

İşte bu şekilde bir partiydi TDKP. Silahlı ayaklanmayı korumak için çaba sarfeden, Kürdistan'ın kendi kaderini belirleme hakkını kayıtsız şartsız tanıyan, işçi sınıfı içinde örgütlenmeye emin ve yasadışı örgütün gerekliliğinin propagandasını icra eden bir parti. Kısacası şimdiki karikatürleriyle karşılaştırılamayacak, parti şeklinde bir parti. İşte bu şekilde bir parti tasfiye oldu. Bu partinin artıkları bugün “Bomba Terörü†diye manşetler atıyor, 19 Mayıs ve 23 Nisan'ı kutluyorlar. Bundan sonra ortada kimsenin gelip gitmediği yasal parti bürolarından başka bir şey yok. Partinin yasal müsveddesi değildir yeni sendikal mevziler kazanmak TüMTİS'i dahi elinde tutamayan bir durumda şimdi. Yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı tasfiyeciliğe karşı şerbetli bulunduğunu düşünen bir teşkilat iyi mi oluyor da bugün bu kadar pespaye duruma düşebiliyor? Sorulması ihtiyaç duyulan sual tam da bu...

“Anlatılan senin hikâyendir!†sözü tam da burada mana kazanıyor. Zira TDKP örneği bugün her mealde onun benzeri örgütlerdeki devrimcilere ışık tutmalı, bu devrimcilerin tasfiyeci girişimlere karşı uyanık olmasını sağlamalı. TDKP'nin iyi mi tasfiye bulunduğunu idrak etmek bugün devrimci örgütte ısrar eden güçlerin bu basınca karşı daha şuurlu ve emin savaşım etmesini elde edecektir diye düşünüyoruz. Bu yazının sınırları içinde TDKP'nin iyi mi tasfiye bulunduğunu tüm yönleriyle ele alabilmek normal olarak mümkün değildir. üstelik bunun sebebi bir tek sayfa problemi değildir. Bu bizim şeklinde devrimcinin altından kalkabileceği bir iş değildir ama TDKP'nin tasfiyesini önleyemese de devrimci örgütte ısrar eden tüm devrimcilerin çabasıyla tamamlanabilecek bir muhasebe olabilir. Bu muhasebeye elimizden gelen katkıyı sunmak boynumuzun borcu olsun.

Yeri gelmişken bugüne dek yapılmış sözüm ona TDKP değerlendirmeleri hakkında bir-iki söz etmek gerekir. Kökeninde Arnavutlukçuluk olan tüm akımlar TDKP'nin tasfiye sürecini ele aldılar, kendilerine gore bu sürecin bir değerlendirmesini sundular. Bu değerlendirmeler üslup farklılıkları içerse de aslı itibarıyle aynı tezi dile getirir: TDKP benimsediği devrim stratejisinin yanlışlıkları sebebiyle tasfiye olmuştur. Toplumcu devrimi benimseyen EKİM bu tezi normal olarak daha rahat savunuyordu. Demokratik devrimcilikten vazgeçmemiş MLKP ve TİKB ise daha kekeme davranıyordu. Ama öz itibariyle tüm bu akımlar TDKP'nin tasfiye olmasıyla onun popülist bir siyasal hatta haiz olması içinde bir bağ kuruyorlardı. Oysa bu tespit gerçeği yansıtmıyordu. Zira bu akımlar ne kadar popülistse TDKP de en fazla o denli popülistti. üstelik söz mevzusu olan devrimin acil görevleri olduğu vakit TDKP'yle bu akımlar içinde hiçbir farklılık da bulunmuyordu. Verili devlet aygıtı aynı şekilde parçalanıyor, yeni devlet aynı şekilde kuruluyordu. Devrimci hükümetin acil görevleri de tümüyle aynıydı. üstelik bu programatik benzerliğin haricinde popülist olarak suçlanan TDKP'nin tasfiye olmadan ilkin (ve hatta olduktan sonrasında) işçi sınıfıyla daha sıkı bağları vardı.

Bundan ötürü bu akımlar istedikleri kadar TDKP'nin niçin tasfiye bulunduğunu açıkladıklarını iddia etsinler hiçbiri meselenin can alıcı kısımlarına değinen bir izah etme üretememişlerdi. üretemezlerdi de zira hepsi minik birer TDKP'ydi, ya da o şekilde olmak istiyorlardı. TDKP eleştirilerinin bu yetersizlikleri bu akımların TDKP'nin tasfiye sürecinde neredeyse sıfır etkiye haiz olmalarına yol açtı. Farkında olduğumuz kadarıyla bizlerden ilkin ve sonrasında partiyle ilişkisini tasfiyecilik eleştirisi yaparak kesen yoldaşların neredeyse hiçbiri bu akımlara yanaşmadı. Yanaşanlar da aradıklarını bulamadılar. Bu akımlara gidenler genel anlamda partide mühim sorumluluklar almamış, bu sebeple TDKP'yle içine gittikleri yapıyı karşılaştıracak deneyimden yoksun yoldaşlar oldu.

Oysa tasfiyeciliğin kökenlerini başka yerlerde aramak gerekir. Kendi payımıza, bunların en önemlilerinden herhangi birine, kim bilir en önemlisine, kısmi çıkarlarla bütünsel çıkarlar arasındaki ilişkiye değineceğiz. Tasfiyeciliği devrimci örgütten caymak ya da devrimci örgütü çözmeye, çökertmeye analiz etmek olarak anlıyoruz. Tasfiyeciliği devrimci çizgide ısrar edemeyenlerin siyaseti olarak görüyoruz. Bir tek komünizmin tutarlı ve sonuna kadar devrimci bir hatta konumlandığını biliyoruz. Bir partinin ya da örgütün komünist bir siyasal hattan uzaklaştığı oranda devrimciliğinin de tutarsızlaşacağı, bu tutarsızlık arttıkça da devrimci örgüte gereksinim duymayacağını düşünüyoruz.

Peki kimin komünist siyasete yaklaştığını kimin uzaklaştığını iyi mi anlarız? Bu sebeple Komünist Parti Manifestosu'na başvurmak mümkün. Manifesto “Komünistler başka işçi sınıfı partilerinden yalnız şu noktalarda ayrılırlar: 1. Değişik ülkelerin proleterlerinin, kendi milletleri içindeki mücadelelerde, tüm proletaryanın, her türlü milliyetten bağımsız, ortak çıkarlarını gösterip bu tarz şeyleri ileri sürerler. 2) İşçi sınıfının burjuvaziye karşı verdiği mücadelenin geçmek zorunda olduğu türlü aşamalarında, devamlı ve her yerde, hareketin bütünün çıkarlarını temsil ederler.†diyor.

Ulusal çıkarlar karşısında internasyonal çıkarlar, kısmi çıkarlar karşısında bütünsel çıkarlar... Komünistlerin siyasal hattını bu şekilde özetlemek mümkün. Fakat bu şekilde bir siyasal hattı benimseyenler sonuna kadar devrimci olabilir. Zira silahlı bir işçi ayaklanmasına, burjuva düzenin toptan havaya uçurulmasına bir tek her insanın kurtuluşu için savaşım ediyorsak gerek kalmıştır. Eğer bir azınlığın kurtuluşu için savaşım ediyorsak işçi sınıfını ve ezilenleri silahlandıracak bir devrime gerek duymayız. Kimi kirli pazarlıklar ya da komplolar kanalıyla bu azınlığın durumunu düzeltmek mümkündür. Bu akımların yöntemi devrim değildir diplomasidir. İstediklerine karşıcılık yaparak ulaşmaya çaba ederler. Fakat “kurtuluş yok tek başına ya hep birlikte ya hiçbirimiz†şiarını benimseyenler aynı şiirde geçen “ya kölelik ya silah†şiarını da benimseyecekler bir proleter devrime ve bu devrime önderlik etmek için proleter devrimci bir örgüte gereksinim duyacaklardır.

Komünist siyasetten uzaklaşanlarsa tasfiyeciliğe yaklaşacaklardır. Proletaryanın bütünsel çıkarları yerine kısmi çıkarlarını, internasyonal çıkarları yerine şu ya da bu ulusal çıkarları savunanlar devrimci örgüte gereksinim duymayacaklardır. Dahası bu teşkilat onların diplomatik manevralarına, karşıcılık cephesi örme girişimlerine ve kirli pazarlıklarına engel olacaktır. O yüzden komünist siyasetten uzaklaşanlar hızla devrimci örgütten kurtulmaya çalışırlar. Menşevikler Rus işçi sınıfının ayrıcalıklı katmanlarının ve minik burjuvalarının çıkarlarını proletaryanın çıkarlarının üstünde tutuyorlardı, İkinci Enternasyonal partileri kendi ülkelerindeki işçi aristokrasisinin çıkarlarını gözetiyorlardı. Bu kesimler bu nedenle hiçbir vakit sahici bir devrimci örgüte haiz olamadı. Komünist Enternasyonal partilerinin ilk dört kongrenin arkasından bolşevizmden menşevizme kaymaları da bu şekilde gerçekleşti. Bu partilerin hepsi “sosyalist anavatan olarak gördükleri SSCB'yi korumak†adına kendi vatanlarında devrim yapma iddiasından vazgeçtiler. Netice Komünist Enternasyonal'in tasfiyesi oldu.

Hiçbir vakit Komünist Enternasyonal'in yirmi bir koşulunu karşılayan bir parti olmamasına rağmen TDKP'nin tasfiyesi de bu şekilde gerçekleşti. Parti sınıfın ayrıcalıklı katmanlarının çıkarlarını bütünsel çıkarların üzerine çıkaran bir politik hat benimsedi. Bu hattı en iyi, partinin derslik içindeki çalışmasında ve ulusal karşısında takındığı tutumda gözlemek mümkündü.

Derslik içinde emek harcamayı savunurken sendikal mücadeleyi önemsiyorduk. “Sendikalarda emek harcamayı reddedenler devrimci olamaz†diyorduk. Bu söylediklerimizde yanlış bir şey yoktu normal olarak. Fakat açıktan söylemesek de sendikal mücadeleyi aslolan olarak sendikalarda örgütlü işçilere dayanarak yürütüyorduk. Kısaca aslen derslik mücadelesinin en mühim alanı bulunduğunu söylediğimiz sendikal mücadelede işçi sınıfının yirmide birlik bir kesimine bel bağlıyorduk. Sınıfın başka kesimlerinin mücadeleye sendikalı işçilerin önderliğinde katılacağını savunuyorduk. Bu sebeple aslolan olarak gözümüzü sendikal alanda kazanılacak başarılara dikmiştik. Yukarıda ifade ettiğim şeklinde sınıfın başka kesimlerinin mücadelesini hiçbir vakit dikkatsizlik etmedik, hatta mitinglerde kortejimizde bulunan kalabalığın büyük çoğunluğu sınıfın örgütsüz kesimlerinden oluştu. Ama parti, politikalarını devamlı sendikaların gereksinimlerine gore belirledi. Parti sendikasız işçilere sendikalı işçilerin mücadelesinin bugün Türkiye'de verilen en mühim savaşım bulunduğunu anlatıyordu. Oysa yapılması ihtiyaç duyulan tam tersiydi. Sendikalarda sendikasız işçilerin örgütlenmesinin bugün Türkiye'de verilecek en mühim savaşım bulunduğunu korumak için çaba sarfetmek gerekiyordu.

Parti bu konuyu yapmadı. Aksine sendikalarda kısa zamanda kazanılacak zaferlerin peşinden koştu. İşçi sınıfının örgütsüz kesimlerine ulaşmak yerine “dürüst†ve “sınıf bilinçli†sendikacıları örgütlemeyi en mühim görevi saydı. Sendikacıların örgütlenmesi, sendikalılaşma mücadelesinin önüne geçtikçe parti devrimci bir hattan uzaklaştı. Tasfiye süreci hız kazanmıştır.

Partinin ulusal sorundaki tutumu da buna benzerdi. Türk devletinin emperyalizme karşı bağımsızlığını korumak için çaba sarfetmek, Kürdistan'ın kendi kaderini belirleme hakkını savunmaktan daha mühim görülüyordu. Parti Kürt ve Türk emekçilerini bağımsız demokratik Türkiye için savaşım etmeye çağırıyordu. Bu vaziyet tıpkı partinin sendikal politikası ve saflarındaki örgütsüz işçiler arasındaki çelişkiye benzer bir çelişki yaratıyordu. Parti bir taraftan Kürdistan'da örgütleniyor ama bununla beraber bağımsız demokratik Türkiye'yi savunuyordu. O zamanlar partinin bağımsızlık propagandası normal olarak şimdiki şeklinde milliyetçi çığırtkanlıkla değildir, daha ince bir devrim ve sosyalizm vurgusuyla gerçekleştiriliyordu. Bunda kuşkusuz PKK'nin yarattığı basıncın da görevi vardı. PKK TC'ye karşı savaşırken şimdiki şeklinde Türk devletinin ulusal onurundan ve çıkarlarından söz etmek mümkün değildi. Parti burada da bağımsız Türkiye derken aslen ezen ulusun çıkarlarını korumak için çaba sarfediyor, bu çıkarların Kürtleri esarete mahkum etmesiyle ilgilenmiyordu. Böylelikle işçi sınıfının internasyonal çıkarlarını savunmaktan uzaklaşıyordu. Parti Türkiye'nin ulusal çıkarlarını savunmaya başladıkça bu çıkarların savunulmasıyla bağdaşan bir örgütsel hatta kaydı. Kürdistan'daki ve Türkiye'deki devrimci örgütlerden kurtuldu.

Devrimci harekette çoğu zaman yanlış bir şekilde tasfiyeciliğin devlet terörünün en yoğun olduğu bir dönemde ortaya çıkmış olduğu düşünülür. Bu fikir büsbütün yanlış olmasa da gerçeğin bir tek bir kısmını yansıttığı için yanıltıcıdır. Tasfiyeciliğin en tehlikeli şekilleri aslen yoğunlaşmış devlet terörünün yavaş yavaş ortadan kalktığı, kitle hareketinde kimi kıpırdamaların başladığı bir dönemde boy verir. Devlet terörünün yoğun olduğu dönemlerde, ağır illegalite koşullarında örgütü terk edenler normal olarak vardır. Fakat bu tür durumlar devrimci örgütün aslolan düşmanları değildir. Bunların kavga kaçkını bulunduğunu görmek zor değildir aslına bakarsan. Samimi devrimciler içinden bu türden “abbas yolculara†güvenen çıkmaz. Yaptıkları ideolojik icatlara da inanan olmaz.

Türkiye'de de benzer bir vaziyet yaşandı. Darbe rejiminin en koyu şekilde yaşandığı 1980-87 arasındaki dönemde devrimci örgütler tasfiye olmadı. Aslolan tasfiye darbe rejiminin yumuşamaya başladığı ve yeni bir işçi hareketinin ilk sinyallerinin alındığı 87 sonrası dönemde başladı. Seçim dönemiyle başlamış olan yükseliş tüm sol akımları umutlandırdı.

Akıl hocaları derhal piyasaya çıkmaya başladı. Şark Perinçek, Mehmet Ali Aybar, Yalçın Ufak şeklinde sol aydınlar olarak ortalığa düşüp yeni yükseliş döneminden, bu devrin yarattığı olanaklardan söz etmeye başladılar. “Açık Parti†projeleri o dönemde pişirilmeye başlandı. Bilhassa bugün kendisini Türkiye'yi yöneten gizli saklı Yahudileri keşfetmeye vermiş Yalçın Ufak'ün o dönem haiz olduğu saygınlık görülmeye değerdi. 80 öncesinin revizyonist TİP'ini simgeleyen Yalçın Ufak aniden “Yalçın Hocaâ€ya dönüşüvermişti. Yalçın Ufak kitap üzerine kitap yazıyor o devrin liberallerine sivil toplumcularına harp açıyordu. Murat Belge, Ahmet Altan, Latife Tekin “Yalçın Hocaâ€nın entelektüel sertliğinden paylarını alıyordu. Yalçın Ufak böylelikle arkadaş görünerek mühim sayıda devrimci yapıyı tesiri altına aldı. “Yalçın Hocaâ€nın yörüngesine girenler ne yazık ki şu ve bu şekilde tasfiye olmaktan kurtulamadılar. Onun en iyi öğrencileriyse hocadan öğrendikleri aynı anda hem devrimcilere arkadaş görünüp hem de devrimci düşmanlığı yapma zanaatını bugün kurucuları oldukları TKP'den sürdürüyorlar.

“Hocaâ€nın çıkışı görünüşte bizim şeklinde eti budu yerinde örgütleri etkilememişti. Hatta tam tersi bir vaziyet söz mevzusuydu. Yalçın Küçükçülüğün aramızda son aşama negatif çağrışımları vardı. Hoca'yla ilişki oluşturmak ayıp kabul ediliyordu. Bu suçlamalardan nasibini en fazla alansa “işini enerjisini bırakıp†bizlerle uğraşan EKİM'di. EKİM'in bilhassa SSCB ve Komintern'in akıbetine dair yazdıklarına bakıldığında bu saptamanın doğruluğu açıkça görülüyordu. Bu tespitin doğruluğunu görmek için H.Fırat'ın Ekimler dergisinde Komünist Enternasyonal'e ilişkin yazdıklarıyla Yalçın Ufak'ün Toplumsal Kurtuluş'ta yazdıklarını karşılaştırmak yeterliydi. Fakat bizim partinin Yalçın Küçükçülükte EKİM'i sollayacağını görmek için doksanların ortasını beklemek gerekiyordu. Zira H. Fırat, muhtemelen bizim şeklinde Enver Hocacı akımların ideolojik basıncı yüzünden, Komintern hakkında saptamalarını daha ileriye götürmedi, devamını getireceğini söylemesine rağmen bu mevzularda eline kalem almadı. Hatta ayrıca EKİM partileşti, ama parti kurum kongrelerinden öğrendiğimize gore, bu türden “ideolojik sorunların çözümü†partili savaşım dönemine ertelendi.

Yalçın Ufak ve benzerlerinin ideolojik tahribatının bizim partide etkili olması için mühim bir toplumsal yükseliş gerekiyordu. Nitekim 89 Bahar eylemleri bu tahribatın örgütsel ve siyasal zeminde de tesirini göstermesini sağlamış oldu. Bahar eylemleri partiyi genişletti, tesir alanını arttırdı. Ama bu tesir aslolan olarak partinin derslik içinde örgütlenmesi sonucunda değildir sendikacıların “partiye bağlaması†sonucunda gerçekleşti. Bahar eylemleri noktalandığında partinin çevresinde mühim oranda orta aşama sendikacı birikmişti. Partinin işçi sınıfı içinde tesiri artıyordu atmasına. Ama bu tesir sendikacıların vasıtasıyla gerçekleşiyordu. Bundan dolayı de sendikalist bir tesir olmanın ötesine geçemiyordu. Varoşlarda biriken işçi sınıfını örgütlemekse bu sendikacıların umurunda dahi değildi. Mühim olan genel kurulları kazanmak, sendika içinde etkinlik kazanmak, bu sebeple de tabanı mutlu edecek kazanımlar koparmaktı.

Kuşkusuz başka devrimci akımlardan bizi sendika bürokratlarının ardında koşmakla suçlayanlar bulunduğunu biliyorduk. Ama bu suçlamaları ciddiye almıyorduk. Zira bizi sendika bürokratlığıyla suçlayanların peşinden koştuğu başka sendikacılar bulunduğunun farkındaydık. Başkanlık seçimlerinde meydana getirilen ittifaklarsa gözümüzün önünde gerçekleşiyordu. Bizi kulisçilikle suçlayanların ellerinde olanak olduğu vakit neler yaptığını gördüğümüz için sendikacılarla kurulan sıkı fıkı ilişkiler bu sendikacılar işçilere ihanet etmediği sürece bizim için üzücü değildir sevindiriciydi.

üstelik parti devamlı devrimden sosyalizmden söz ediyor, sendika bürokratlarının ihanetini karşısına alıyordu. Bunun yanı sıra işçi sınıfının örgütsüz kesimleri içinde de savaşım veriyorduk. Bundan ötürü bizi sendikalist olmakla suçlayanları ciddiye almıyorduk. Bilincinde olmadığımız şey partinin politik savaşım hattını tanım ederken kime dayandığıydı. Endüstri sitelerinde sendika, sigorta, sekiz saat işgünü için savaşım ederken partinin politik savaşım hattının aslen söz mevzusu ayrıcalıklı işçilerin gündelik talepleriyle sınırı olan bulunduğunu görmüyorduk. Bundan ötürü partinin sendikaların verdiği mücadeleyi merkeze alan hattının bizi açık partiye taşıyacağını öngöremezdik. Aslına bakarsanız o dönemde de TDKP röportajındaki bir iki satır haricinde yasal partiden söz eden yoktu.

Tasfiyeciliğin tesiri kendisini aslolan olarak bahar eylemlerinin arkasından gelen 94 işbırakımı dalgasında belirgin etti. Parti bahar eylemlerinde sendikacılarla yakın bağlar kurmuş olduğundan 94 eylemlerinden beslenmekle yetinmedi bununla beraber bu eylemlere daha etkin bir şekilde müdahale etti. Bu müdahaleler partinin sendikacılarla olan bağlarının daha da sıkılaşmasına yol açtı.

İşte tam da bu devrin arkasından İşçi Kitle Partisi broşürü çıktı. Broşür kitlesel bir işçi partisinin kurulmasının koşullarının olgunlaştığından söz ediyordu. Broşüre gore bu şekilde bir partinin kurulması iki koşula bağlıydı. Bunlardan biride birisi nesnel öbürü de özneldi. Nesnel şart derslik hareketinin yükselmiş olmasıydı. Broşüre gore 94'teki eylemler bu yükselişin kanıtıydı. Broşür bu eylemlerden Türkiye tarihinde görülmemiş kitlesellikte gerçekleşen işçi eylemleri olarak söz ediyordu. Buna ikna olmamıştık bir türlü zira bu topraklarda 15-16 Haziranların yaşandığından haberdardık, 70'lerdeki işçi eylemlerinden de haberdardık. Parti aslen bir biçimde geçmişi unutturuyor böylelikle kendi iddialarına geçerlilik kazandırıyordu.

Bu bakımdan bizim partinin yapmış olduğu aslen tam da bugün merkez-melez akımların Seattle, Cenova eylemlerinden sonrasında takındığı tutuma benziyordu. Şimdiki “Okmeydanı direnişi†iyi mi ölçüsüz bir şekilde abartılıyorsa 94 eylemleri de o seviyede abartılıyordu. Bugün iyi mi yeni bir devrin başladığı ileri sürülüyorsa, dün de aynı şekilde derslik mücadelesinde ibrenin işçi sınıfından yana döndüğü savunuluyordu.

Öznel koşulsa partinin olgunlaşmasıyla ilgiliydi. O dönem bunun doğru olup olmadığını sorgulayacak örgütsel bilgilere haiz değildik. üstelik devamlı attığımız “Yusuf, Hüseyin Deniz! Sürüyor sürecek mücadelemiz! Yaşasın partimiz TDKP'miz!†sloganı bir biçimde bizimde partinin zaferden zafere koştuğuna inanmamıza yol açıyordu. Ama partinin aslen bizim sandığımız durumda olmadığı peş peşe yenen operasyonların arkasından örgütsel mekanizmaların çökmesiyle açığa çıktı. Söz mevzusu operasyonların arkasından parti bir türlü toparlanmadı.

Oysa partinin kendisi hakkında iddiaların kofluğunu görmek için örgütsel bilgilere haiz olmak gerekmiyordu. Bu sebeple TDKP'nin niye bir türlü ikinci kongresini toplamadığını sormak kafi olmalıydı. İkinci kongresini toplayacak durumda olmayan bir parti iyi mi olur da atılımlar yaptığını iddia edebilirdi? Bugün TDKP'yle aynı damardan beslenen başka akımlara baktığımız vakit bu tutumun bizim partiye özgü olmadığını görüyoruz. Örneğin TDKP'yi seneler yılı kurultay toplamamakla eleştiren EKİM (tüzüğünde parti iki yılda bir en üst organ olan kongreyi toplar diye yazan) TKİP oldu olmasına ama aradan geçen altı yıla rağmen ikinci kongresini toplamadı. Aynı vaziyet tüzüğünde parti kongresini üç yılda bir toplar demesine rağmen üçüncü kongresini altı yıl sonunda toplayan MLKP de ilgilendiriyor. Kuşkusuz derslik mücadelesinin ateş hattında bulunan devrimcilerin içinden geçtiğimiz gericilik döneminde tertipli kurultay toplayacak bir örgütsel kapasiteye haiz olmaması son aşama anlaşılır bir vaziyet. Devrimcilerin örgütsel zaaflarını kamuoyuna duyurmak, kamuoyu önünde tartışmak istememeleri de aynı aşama anlaşılır. Aslolan anlaşılmaz olan bu akımların söz mevzusu zaaflar gün şeklinde ortadayken her geçen gün gelişip serpildiklerinin propagandasını yapmaları. Söz konusu tutumlar bizlere TDKP'nin kendisiyle ilgili kof iddialarını anımsatıyor.

Açık parti broşürünün yayınlandığı dönemde kitle eylemlerinin giderek arttığı doğruydu. Ama partinin bu eylemlere müdahale kapasitesi giderek azalıyordu aslen. Bugün baktığımızda aslen o dönemde müdahale ettiğimizi düşündüğümüz eylemlerde dahi aslen partinin değildir sözümona bizim örgütlediğimiz sendikacıların müdahale ettiğini görüyoruz. Zira müdahale hattının partinin eski çizgisiyle hiçbir ilişkisi yoktu. Ama EMEP'in şimdiki çizgisine olan yakınlığı gittikçe artıyordu. Böylelikle bizim inisiyatifimizle değildir seviye güçlerinin inisiyatifiyle gerçekleşen eylemleri kılıf olarak kullanan parti zayıflayışımızı ört bas ediyordu.

2004 1 Mayısı'nın arkasından bizim on yıl ilkin takındığımız tutumların benzerlerini yeniden gözlemek mümkün. Devrimci akımların büyük bir çoğunluğu gene 1 Mayıs'taki bölünmenin kendi basınçları ve müdahaleleri sonunda gerçekleştiğini düşünüyorlar. NATO karşıtı eylemlere damgalarını vurduklarını ileri sürüyorlar. Böylelikle ses getiren eylemlerin kuyruğuna takılmayı bu eylemlere önderlik etmek olarak sunuyorlar. Kısa vadede taze devrimcileri avutmaya yarayan bu türden ninnilerin aslen devrimci örgütün altını oyan bir tutum bulunduğunu tecrübelerimizle öğrendik.

Bizim şeklinde proletaryanın partisinin yasadışı olması icap ettiğini, yasal mücadelenin yasa dışı mücadeleye doğal olarak bulunduğunu belleyerek yetişmiş bir kuşağın işçi kitle partisi adını taşıyan bir yasal partiye ısınması pek kolay olmadı. Olamazdı da aslına bakarsan çünkü başka açık partilerin tümünü yasalcı oportünistler diye karşımıza alıyorduk o zamana kadar. İllegal parti işin elifbasıydı. üstelik hiçbirimiz kendimizin de açığa çıkacağını düşünmüyorduk. O güne kadar legal alanda çalışanların kural dışı haricinde, çoğu zaman işe yaramaz unsurlar olduğu kanısındaydık. Kıdemli bir devrimcinin esas olarak açık alanda emek vermeye başlamasını söz mevzusu yoldaşın “rütbesinin düşmüşâ€ olmasına veriyorduk. Bundan ötürü kendimizi hiçbir vakit açık alanda çalışacak biri olarak görmüyor, bulunduğumuz organlarda sorumluluklarını yerine getiremeyen arkadaşlara “yakında işçi kitle partisinde çalışırsın†diye takılıyorduk.

Fakat bugünden bakınca tasfiyecilerin de boş durmadığını görüyoruz. “Hayatın her alanına müdahale etme†bahanesiyle bir kültür sanat dergisi çıkarılmaya başlandı ilkin. Dergiye baktığımızda “işçiler bu derginin nesini okuyacak?†diye soruyorduk. Sonrasında derginin aslolan olarak işçi sınıfını değildir yazarçizer takımını ve sanat dostlarını örgütlemek için çıkarıldığını anladık. Bununla eş zamanlı olarak açılan kültür merkezi de aynı amaca hizmet ediyordu. Bizler “ille de bir kültür merkezi kurulacaksa bu niye bir varoşta kurulmaz?†diye yönelttiğimiz vakit “Taksim merkezi bir yer†yanıtını alıyorduk. Bugün kimin için merkezi olduğu daha iyi görülüyor. Söz konusu mekânlar devrimcileri yasalcılığa alıştırmanın ilk adımı olarak kullanıldı.

Bundan daha önemlisi tasfiyeciler görünüşte illegalite bahanesiyle iş yapmayan teşkilat asalaklarına yönelik harp açarken aslen ustalaşmış devrimciliğe yönelik bir karalama kampanyası açmışlardı. Görünüşte asalaklar karalanıyordu ama aslen ihtilalci bir örgütü ayakta tutan özverili kadrolar asalaklıkla suçlanıyordu. Bu kadrolar apolitik, doktriner, sekter olmakla eleştiriliyordu. Bu kadroların ergonomik mücadelenin gereksinimlerine cevap veremediği, kitabi oldukları söyleniyordu. Tasfiyeciler “işçi olmakâ€, “halk önderi olmakâ€, “proleterleşmek†şeklinde kavramlar kullanarak aslen dar pratikçiliği teşvik ediyorlardı. Devrimci siyaset yapmada ısrar edenler ya “küçük burjuva devrimciliğiyle†pek çok vakit da “dönemin önceliklerini kavrayamamakâ€la eleştiriliyordu. Bu eleştirilerin arkasından işçi sınıfı içinde senelerce savaşım etmiş nice yoldaşımızla yollarımız ayrıldı. Asalaklıkla suçlanan bu kadroların ayrılığı ne hikmetse partinin daha saf bir parti olmasına değildir daha da zayıflamasına yol açtı.

Sonrasında bigün GKB feshedildi. Fesh belgesi gene ustalaşmış devrimciliğe yönelik bir küfürname niteliğindeydi. Belirgin bir süre sonrasında da aslen hepimizin açık partide çalışacağımızı fark ettik. Buna direnen ilişkilerini devretmeyen yoldaşlar oldu. Büyük bölümü zor bela ikna edildi. Kimi yoldaşlar küsüp örgütten ayrıldılar. Ama söylediğim şeklinde pek azı başka partilere gitti. “TDKP'nin üzerine gül koklamama†şeklinde bir niyetleri yoktu. Ama mevcud yapıların kendilerine değişik bir perspektif sunmadığı da açıktı.

O dönemde dışarıdan da bizim partiyi tasfiyecilikle eleştirenlerin sayısı artıyordu. Bu eleştirilerin doğru bulunduğunu seziyorduk ama gene de kulak vermek istemiyorduk. Dahası bizim hakkımızda bu tarz şeyleri yazan devrimcileri karşımıza alıyor, bizi karalamakla suçluyor, propaganda özgürlüklerini kısıtlıyorduk. Siyasal olarak cevap veremediğimiz bu devrimcilerin söylediklerinden etkilenen genç yoldaşlaraysa hep aynı şeyleri söylüyorduk: “Bunların işi gücü yok bizlerle uğraşıyorlar.†Şimdi, dün bizim TDKP'ye yönelik kapsamlı eleştiri kampanyaları düzenleyen devrimcilerin bugün KöZ karşısında takındıkları tutuma bakınca üzüntü üzüntü gülümsemeden edemiyoruz. Bizi devrimci eleştiriye açık olmamakla, kendilerini yok saymakla eleştiren bu yapılar şimdi aynı tutumları bizlere karşı takınıyorlar. Bizlere “işiniz gücünüz bizlerle uğraşmak†diyorlar. Geçmişte ikimiz de bu şekilde derdik ama bu konuyu inandığımız için değildir söyleyecek söz bulamadığımız için söylerdik. üstelik dün devrimci hareketin TDKP'ye yönelttiği eleştiriler daha apolitik, daha zorlama eleştirilerdi. Bu eleştirilerde içerik değildir mantık oyunları ve belagat öne çıkıyordu. KöZ'ün politik çizgisini benimsememizi elde eden faktörlerden birisi de KöZ'ün eleştirilerinin politik içinde ne olduğu oldu. Bugüne dek KöZ sayfalarında çıkmış her polemik o şekilde eften püften ayrımlar üstünde değildir sahici politik ayrımlar üstünde duruyordu. Bizi KöZ'ün arkasında durmaya iten de işte bu politik tutum oldu. Bizim bu tutuma beslediğimiz itimat oldu.

Bizler partiden derhal ayrılamayanlardan çıktık. Ayrılan arkadaşların gerekçelerine saygı duyuyorduk ama başka taraftan da bizi parti içinde bu oportünistlerle kafa başa bırakmalarından dolayı öfkeleniyorduk. İçeride kalıp savaşmak savaşım etmek lazımdı. Oysa hem arkadaşların küskün tutumu hem de bizim içeride kalıp savaşım etme azmimiz yanlıştı. Arkadaşların ayrılması doğruydu. Ama küsmeleri yanlıştı. Bizim savaşım etmemiz doğruydu. Ama içeride kalmamız yanlıştı. Dostlar niye oradasınız diye sorduğunda “Ne yapalım? Nereye gidelim?†diye çözüm veriyorduk. Bizler açık partideydik çünkü işçi sınıfı buradaydı.

Rosa Luxemburg genel anlamda troçkistler tarafınca bayraklaştırıldığından bizim gelenekten gelenler içinde pek sevilmez. Ama o zamanlar kullandığımız “en fena teşkilat örgütsüzlükten iyidir†sözünün da Rosa Luxemburg'dan landığını bilmiyorduk. Bu lafın devrimci bir parti yaratma iradesinden yoksun olanlar tarafınca kullanıldığını fark etmemiştik. Ölümü düşünüp sıtmaya razı oluyorduk aslen. Oysa yasal parti içinde yasadışı bir partiyi koruma ya da yaratma savaşım verilmezdi. Ayrılıp dışarıdan müdahale etmek gerekirdi. Zira içeride kaldığımız sürece teşkilat yıkıcılığı yapmama adına parti içindeki başka devrimcilerle buluşamadık. Böylelikle tasfiyecilerin zemininde tasfiyecilere karşı savaşım ediyorduk. Normal olarak kaybedecektik.

Partiyse devamlı kitle mücadelesinin yükselişinden söz ediyor, açıldıkça açılıyordu. Kendi payımıza bu açılmada yaşanmış olan dönüm noktasının Metin Göktepe'nin cenazesi bulunduğunu düşünüyoruz. Metin'in cenazesi bizim parti çarpıcı sözleri attığımız, parti adına yazılamalar yaptığımız son eylemdi. Yürüyüşteki kalabalık hakkaten etkileyicidi. On binlerce şahıs Yenibosna'dan Atışalanı Mezarlığı'na kadar yürüdü. “Metin Yoldaş Yaşıyor, Parti Savaşıyor!†çarpıcı sözleri da son kez orada atıldı. Sonraki günlerde parti Metin'in yoldaş değildir gazeteci olduğunda karar kıldı. Ellerindeki yasal parti bayraklarıyla “partimiz TDKP'miz†sloganı atan garip bir kitleydik aslen.

Bizler Metin'in komüniste yakışır bir şekilde gömüldüğünü düşünüyor, içimizdeki tüm sıkıntılara rağmen kendimizi avutmaya çalışıyorduk. Metin'i değildir de partiyi gömdüğümüzü nereden bilelim.

Metin'in davaları için Afyon'a gelip giderken her seferinde içimiz daha da sızlıyordu. Her davada daha liberal bir tutum takınılıyordu. Ilkin mahkeme salonuna girmekten vazgeçtik. Sonrasında bizi salondan gitgide daha çok uzaklaştırdılar. Bizler bu liberal tutumları kıyasıya eleştiriyorduk. O zamanlar dışarıdan başka devrimci akımların bizim bu dava karşısındaki tutumumuza gıpta ettiklerini nerden bilelim. Bizler politik hattımız liberalleşiyor diye feryat ederken, bizi dışarıdan seyredenler “Metin'in davasını kamuoyuna mal etmede başarılarımıza imreniyormuş.†Başta bu tutumları bizlerle konuşan devrimcilerin politik eksikliğine kendi siyasetlerini iyi bilmemelerine veriyorduk. F-Tipleri saldırıları ya da başka faili bilinmeyen cinayetler karşısında bizim partiye rahmet okutan liberal tutumlar bu akımların da aslen bizlerden ayrımsız olduğuna iyice ikna ediyordu bizi.

Metin'in görkemli cenazesinden itibaren parti sahneden silindi. Tamamımız iyice EP'li olduk. Başta EP içinde de TDKP'li şeklinde davranıyorduk. Hatta bizi yasalcılıkla suçlayanlara bizler yasal değildir açık partiyiz diyorduk. Meşruiyetimizi devletin yasalarından değildir işçi sınıfıyla olan bağlarımızdan aldığımızı söylüyorduk. Bu iddianın ne kadar disiplinli olduğu Anayasa Mahkemesi'nin açmış olduğu kapatma davasından sonrasında ortaya çıktı. “Sokakta kurduk sokakta savunacağız!†sloganlarıyla Ankara'ya aktık. Bizi kıstıran polisten iyi bir dayak yemiştik ama mücadeleye devam edeceğimizi düşünüyorduk. Oysa tersi oldu tekrar bu şekilde bir eyleme kalkışmadık.

Sonrası malum hikâye... EMEP her insanın gözü önünde şimdiki çizgisine geldi. 1996 sonrasında partide iki büyük kopma gerçekleşti. Birincisi EMEP'lilere adres olarak EKİM'i gösteriyordu. İkinci grupsa partinin gerçek çizgisine haiz çıkmayı öneriyordu. Fakat her iki grup da başarıya ulaşmış olamadı. Zira yukarıda gösterdiğimiz nedenlerden dolayı EKİM'in dar örgütsel yapısı partililer için bir çekim merkezi olamazdı. EKİM'in politik hattı da “sosyalist devrim†sözü haricinde partininkinden farksızdı. Hele EKİM'in bu kadar yıl durduktan sonrasında çıkışındaki iddialarının hiçbirini karşılamadan parti bulunduğunu iddia etmesi saflarımızda iyice güvensizlik yarattı. Partinin gerçek çizgisine haiz çıkmayı önerenlerse şimdiki durumun bu çizginin mantıksal sonucu bulunduğunu görmüyorlardı. Sonunda her iki girişim de başarısızlıkla sonuçlandı.

İfade özgürlüğünün bulunmadığı dönemlerde fikirlerini bir masal şeklinde anlatmak arkasından da “Burada yazılanların gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur. Tüm bu tür durumlar masaldır, hayal ürünüdür†demek pek sık kullanılan bir yöntem. Peki ya ortada devletin açıktan uyguladığı bir sıkıdüzen değildir de devrimcilerin kendilerine uyguladıkları bir otosansür var ise? Hepimiz tasfiyeciliğe doğru ilerliyorsa fakat kimse bundan söz etmiyorsa ne yapmak gerekir? Kendi payımıza bu anlattıklarımın masal, daha doğrusu karabasan, olmasını isterdik. Ama ne yazık ki yoldaşlar, anlattıklarımızın tümü gerçek. Gerçek olsa dahi en azından bir kez tekrarlanmasını isterdik. Fakat görünen o ki süreç aynı yönde bir kez daha aşama kaydediyor.

Dün bizler kültür merkezleri kültür dergileriyle yaşamın her alanına müdahale etmek istiyorduk. Bugün devrimci akımların Bölme'deki Kadıköy'deki ve başka merkezi yerlerindeki bürolarının sayısını bilen yok.

Dün bizler sınıfın bir kesiminin mücadelesinin yükselişini derslik mücadelesinin yükselişinin kanıtı olarak sunuyorduk. Bugün de sendikaların, üniversite öğrencilerinin çıkışından medet umup kitle hareketinin yükseldiği tespitinde bulunanlar çoğalıyor.

Dün bizler yükselen savaşım yeni gereksinimler dayatıyor bu ihtiyaçlardan birisi de açık partidir diyorduk. Bugün yükselen hareketi bahane ederek yeni örgütlenme şekilleri arayanların sayısı çoğalıyor. Hepimiz yasal dernekler, platformlar kuruyor.
Dün bizler asalaklığa karşı kampanya başlatıp aslen ustalaşmış devrimciliği gözden düşürüyorduk. Bugün sözümona doktrinerliğe, apolitik devrimciliğe karşı kampanyalar gene revaçta.

Dün elimizde yasal bayraklar “yaşasın partimiz†diye çarpıcı sözler atıyorduk. Bugün gene yasal platformların bayraklarını elinde tutup sahici partinin sloganlarını haykıranları gözlemek mümkün...

TDKP komünist bir parti değildi. Komünist Enternasyonal'in ilk dört kongresinde ifade bulan Bolşevizm geleneğine bağlı bir parti değildi hiçbir vakit. Aksine ortaya çıkışından bu yana menşevik anlayışla bezeli bir programatik ve siyasal hattı oldu. Tutarlı bir devrimci hattı da olmadı hiçbir vakit. Ama şimdiki karikatürlerinden daha sağlam temellere kurulmuş, daha ileri bir partiydi. Benimsediği siyasal hattın çürüklüğü bu sağlam temellerin hepsinin teker teker çatırdamasına yol açtı. Geriye şimdiki moloz yığını kaldı. Bir de web sitesi normal olarak...

TDKP'nin kendisine çok benzeyen akımlardan önceleri tasfiye olması TDKP'nin zayıflığından değildir savunduğu politikaların daha cüretkâr bir takip edeni olmasından ötürüydü. Söz mevzusu akımların geçmişteki TDKP karşısındaki dezavantajları bu akımların tasfiyeci dalgalar karşısında daha korunaklı kılmıştır. Fakat TDKP de korunaklı bulunduğunu düşünüyordu. Aslına bakarsanız bu nedenle TDKP'nin tümüyle tasfiye olması yılları aldı. Oysa tasfiyeciliğe karşı hassas bir taban ve örgütsel lafızlar tasfiyeci süreci yavaşlatsa da durduramaz. Olsa olsa bu sürecin daha sancılı geçmesini, ağır aksak ilerlemesini sağlar.
Ölülerin arkasından konuşulmaz derler. Ama Marx'ın da söylediği şeklinde bir tek yaşayanlardan değildir ölülerden de çekeceğimiz var. TDKP'nin ölüsü dahi peşimizi bırakmıyor. TDKP'nin kendisini iyi mi tasfiye ettiğini unutanlar (daha doğrusu unutturanlar) tasfiyecilik yolunda yürüyüşlerini bu yolu sanki ilk kez onlar keşfediyormuş şeklinde heyecanla pazarlıyorlar. Devrimcilere gittikleri yolun orijinal bir yol olmadığını, en azından TDKP tarafınca seneler ilkin yüründüğünü hatırlatmayı görevimiz olarak kabul ediyoruz.

Fakat tasfiyeci dalgayı püskürtmek için tasfiyecileri ve onların peşinden gidenleri uyarmak kafi değildir. Tasfiyeciliğe karşı savaşım ama her türlü oportünizmden kendisini arındırmış devrimci bir partinin yaratılmasıyla mümkün. Bu partinin yaratılması yolunda sorumluluklarının bilincinde olanlar öne çıktıkça tasfiyecilik bir alınyazısı olmayacak. Bu ve benzeri mektupların yazılmasına gerek kalmayacak.

Bizim öykümüz de bu şekilde işte sevgili yoldaşlar. Öykümüzün bugün kitle eylemlerinin gürültüsü içinde tasfiyeciliğe koşar adım ilerleyen teşkilat ve partilerdeki devrimci güçlere öğrenek olmasını diliyoruz. Devrimci örgütte, devrimci politikada ısrar edenlere mesuliyet alın, öne çıkın denir.

Tüm ülkelerin Komünistleri birleşin..




vatan devlet bölünmez.









T D K P 2. GENEL KONFERANSI'NIN AÇIKLAMASI

Türkiye



TDKP'nin 2. Genel Konferansı, parti örgütlerinin ve güçlerinin, başta işçiler olmak suretiyle emekçiler ve gençlik içindeki ileri parti çevrelerinin en geniş ve ileri düzeyde temsilinin ve katılımlarının sağlandığı türlü oturumlardan oluşan bir süreç olarak gelişti ve saptadığı gündeme uygun olarak çalışmalarını tamamladı ve tam bir irade birliğiyle sonuçlandı.
Konferansımız, yeryüzündeki ve Türkiye'deki çok yönlü gelişmelere bağlı olarak, partimizin bir viraj noktasına geldiği, ideolojik-politik, örgütsel-pratik tüm alanlardaki çalışmasını yenileyerek geliştirmesinin ve taşımış olduğu zaaflardan arındırmasının ertelenemez bir özellik kazanılmış olduğu ve partimizin, bu doğrultuda taktik platformunu, ergonomik örgütsel çalışmasını yenilemeye ve ilerletmeye yöneldiği, buna karşılık diktatörlüğün partimize yönelik saldırılarını yoğunlaştırdığı koşullarda gündeme geldi ve gerçekleşti.

  • Partimizin 1. Genel Konferansı'ndan bu yana;
  • Internasyonal vaziyet ve gelişme doğrultusunu,
  • Internasyonal durumla bağlantı içinde, ülkemizdeki gelişimleri, ve
  • Partimizin ideolojik-politik, pratik-örgütsel tüm alanlarda yürüttüğü faaliyeti merkezine alan bir gündemle toplandı.
Konferansımızın, ele almış olduğu sorunlara ilişkin olarak vardığı belirgin başlı sonuçlar şunlardır:
Internasyonal alanda:
Partimizin 1. Genel Konferansı, proletaryanın ve ezilen halkların devrimci hareketinin, 1950'li yılların ikinci yarısında girmiş olduğu yenilgi sürecinden çıkamadığı ve tahrip edici sonuçlarının tüm yalınlığıyla ortaya çıkmış olduğu ve bu sürecin devam etmiş olduğu, emperyalizmin ve dünya gericiliğinin güçlerini ve olanaklarını birleştirerek çok yönlü bir hücum kampanyası yürüttüğü, ama, emperyalist-kapitalist sistemi zayıflatan, genel bunalımını derinleştiren etkenlerin de geliştiği bir geçiş sürecinde toplanmıştı.
1. Genel Konferansımızın toplandığı 1990 Şubat'ından bu yana, internasyonal alanda yaşanmış olan sürecin temel hususi durumunu; emperyalist-kapitalist sistemin temel çelişkilerinin giderek keskinleşmesi, genel bunalımının derinleşmesi, bunun da ötesinde genel bunalımının yeni bir aşamsına doğru, yeni bir savaşlar ve devrimler, köklü alt-üst oluşlar dönemine doğru yol aldığını gösteren olguların ve verilerin gelişerek belirginleşmesi oluşturmaktadır.
Partimizin 1. Genel Konferansından sonraki süreçte;
a- Revizyonizm destekli burjuva-emperyalist propaganda tarafınca, sosyalizmin iflası, devrim ve sosyalizm mücadelesinin kati yenilgisi olarak yansıtılan, SSCB'nin başlangıcında bulunmuş olduğu kapitalist-emperyalist blokun çözülme ve dağılma süreci tamamlandı. Bu ülkelerde, sermayenin ve burjuvazinin egemenlik sisteminin ve paracı sömürünün, deformasyona uğramış edilmiş toplumcu biçimlerle örtülmemiş, çıplak ve en yalın şekilleri ve sistemleri,metotları toplumsal yapının tüm alanlarında egemen oldu.
b- 1960'lı yıllardan sonrasında dünyanın tek toplumcu ülkesi olan Arnvutluk Toplumcu Halk Cumhuriyeti'nde sosyalizm yıkıldı ve kapitalizm tekrardan inşa edildi. Dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci hareketinin, 1950'li yılların ikinci yarısında almış olduğu darbe ve uğramış olduğu ağır yenilginin tahrip edici neticeleri tüm yalınlığıyla ortaya çıktı. Internasyonal plandaki devrimci mevziler ve dayanaklar da kaybedildi. Bu dönem bununla beraber, dünya işçi sınıfının ve ezilen halkların devrimci hareketinin dibe vurduğu en zayıf süreci oldu.
Yukarıdaki gelişmeler, emperyalizmin ve dünya gericiliğinin, işçi sınıfına ve ezilen halklara, devrim ve sosyalizm mücadelesine karşı yürüttüğü çok yönlü saldırıya ve demagojik kampanyaya yeni bir ivme kazandırdı. Kapitalizmin üstünlüğü ve kati zaferi deklare edildi. Bu zafer, dünya işçi sınıfının ve halkların uğramış olduğu yenilginin içteki dayanağı olan revizyonizm ve burjuva sosyalizmi tarafınca da kutsandı.
SSCB'nin başlangıcında bulunmuş olduğu emperyalist blokun dağılması, Arnavutluk'ta sosyalizmin yıkılması ve proletaryanın ve halkların son mevzilerini de yitirmesi ve hareketin dibe vurması, devrim ve sosyalizm mücadelesinin kati yenilgisi, paracı sistemin temel çelişkilerinin aşılması, uzlaşmaz derslik karşıtlıklarının ve derslik mücadelelerinin sona ermesinin, evrensel uyum, sulh ve refah periyodunun başlangıcı olamazdı ve olmadı da. Emperyalizmin ve dünya gericiliğinin, proletaryanın ve halkların devrimci hareketine tarihin en ağır darbesini vurduğu; tarihsel hareketin yenilgi ve gerileme sürecine girmiş olduğu 1950'li yılların ikinci yarısından bu yana geçen sürede, devrim ve sosyalizmin zaferinin maddi temeli zayıflamak bir yana, öncesiyle kıyaslanamayacak düzeyde gelişmeye ve olgunlaşmaya devam etti.
Emperyalizmin ve dünya gericiliğinin yürüttüğü demagojik propagandada temel almış olduğu SSCB'nin başlangıcında bulunmuş olduğu ülkeler blokunun çok yönlü bir bunalım sürecine girerek dağılması, şu ya da bu emperyalist devlete ve tekelci gruba bir takım olanaklar sağlasa da, emperyalist sisteme geçici bir süre için de olsa soluklanma olanağı sağlamadı. Tersine, emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımını derinleştirecek çok yönlü gelişmelere neden olan bir etken oldu. SSCB'nin ve başlangıcında bulunmuş olduğu blokun dağılmasıyla beraber;
- Paracı dünyanın, dünya hakimiyeti için savaşım eden ve başlangıcında birer süper devletin bulunmuş olduğu iki kampa bölünmesi ve emperyalist devletler ve tekeller arasındaki ilişkilerin ve ittifakların bu bölünme ve savaşım temelinde şekillenmesi süreci bitmiş oldu. Emperyalist devletler ve tekeller arasındaki güçler dengesi ve ilişkileri alt-üst oldu. Egemenliği sıçramalı gelişme sonucu sarsılan ve sarsılmaya devam eden ABD, paracı dünyanın tek süper gücü olma hususi durumunu korumasına rağmen, doğuda Japonya, Garp Avrupa'da Almanya ve Fransa, dünyanın tekrardan paylaşımı için savaşım eden belirgin başlı emperyalist odaklar olarak ortaya çıktı. Olgular, SSCB'nin yıkıntıları üstünde tekrardan toparlanan Rusya'nın bunlara eklenme ışığında ilerlediğini ve emperyalist devletler ve internasyonal tekelci birlikler içinde dünyayı paylaşım mücadelesinin daha da karmaşıklaşarak şiddetleneceğini göstermektedir.
- Burjuva-revizyonist çevrelerin ileri sürdüğü şeklinde 'Garp blokuna katılma' bu ülkelerin girdabına kapıldıkları çok yönlü bunalımın aşılmasına, dünya paracı ekonomisinde yeni bir atılımın unsuru olabilecek, istikrarlı bir ilerleme ve gelişme sürecine girmelerine yol açmadı. Aksine, bu ülkelerde bunalım derinleşerek, toplumsal bir çözülme ve kaosa doğru ilerlerken, üretici güçler tahrip oldu, tüm yeraltı ve yerüstü ları ve toplumsal zenginlikleri, batılı emperyalist devletler ve tekeller tarafınca yağmalandı.
Paracı dünyanın savaşların, derslik mücadelelerinin olmadığı, evrensel uyum, sulh ve ilerleme dönemine gireceğini duyuru eden emperyalist propagandanın mürekkebi dahi kurumadan Körfez Savaşı patladı. Başta SSCB'nin tesir ve nüfuz alanı olan mıntıkalar olmak suretiyle, Adriyatik'ten başlayıp Balkanlar ve Kafkaslar'dan geçerek Orta-Asya'ya kadar uzanan ve Orta-Şark'ya ve Afrika'ya kadar genişleyen geniş bir alan, emperyalist devletlerin ve tekellerin kışkırttığı, gerici dinsel, ulusal, hatta kabile savaşlarının birbirini izlediği bir arenaya döndü.
Burjuva-emperyalist çevrelerin iddialarının tam aksine, dünya paracı ekonomisi istikrarlı bir gelişme ve ilerleme sürecine girmedi. Paracı dünya ekonomisinin, istikrarsız ve dengesiz gelişme süreci derinleşirken, averaj gelişme hızı beşer senelik dilimler itibariyle ele alındığında yükselmek bir yana düşmeye devam etti. ülkeler içinde farklılıklar olmakla beraber, devrevi krizler ve durgunluklar arasındaki süre kısalır, kriz ve durgunluk dönemleri uzarken, tahrip edici neticeleri daha da ağırlaştı. Bu gerçek, burjuva-emperyalist çevreler tarafınca da bundan böyle yadsınmamaktadır.
Dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesindeki düşüş ve gerileme, emperyalizmi, saldırılarını dizginlenmemiş bir saldırıya doğru ilerletme yönünde cesaretlendirdi. Sıklaşan ve tahrip edici neticeleri ağırlaşan devrevi krizler ve durgunluk, aynı şekilde şiddetlenen rekabet ve dünyayı paylaşım mücadelesi, bu saldırıya yeni özellikler kazandırdı. Emperyalist devletler ve tekeller ve tüm ülkelerdeki dayanakları, giderek sıklaşan ve ağırlaşan devrevi krizlerin ve ekonomideki durgunlukların, şiddetlenen dünyayı paylaşım mücadelesinin ve tekeller arası rekabetin yüklerini işçi sınıfının ve halkların sırtına yıkmak için ekonomik-politik saldırılarını dünya ölçeğinde;
a- Bir tek geri ülkelerin değildir, ileri ama minik ve zayıf ülkelerin de, internasyonal mali sermayenin sınırsız sömürü ve egemenlik alanı haline gelmelerine, yeni sömürgeci yöntemlerle tipik sömürge kıskacına alınmalarına,
b- Geri ülkelerin yanısıra, ileri ülkeler proletaryasının ve emekçilerinin tüm ekonomik, politik ve toplumsal haklarının ve kazanımlarının gaspına doğru genişlettiler.
Sömürünün yoğunlaşması, mutlak yoksullaşma ve hak gaspları, geri ülkelerin yanısıra, en gelişmiş paracı ülkeler işçilerinin ve emekçilerinin de yaşamının bir parçası haline geldi.
Bir tek geri ülkelerde değildir, kapitalizmin örnek ülkeleri, sulh, refah ve uyum toplumları olarak yansıtılan en ileri paracı ülkelerde de, sermayenin yoğunlaşan ekonomik ve politik saldırıları, giderek kötüleşen yaşam ve çabalama koşulları, işçiler, gençlik ve başka ezilen ve sömürülen tabakalar içinde hoşnutsuzluk, hiddet ve savaşım eğilimlerini geliştirdi. İşçi ve emekçi hareketindeki durgunluk ve sessizlik yerini, Fransa, İtalya, Belçika, İspanya, Almanya örneklerinde açıkça görüleceği şeklinde, son yarım yüzyılın en kitlesel ve birleşik direnişlerine, sokak gösterileri ve yürüyüşlerle birleşen işbırakımı ve genel grevlere doğru ilerleyen yeni bir canlanmaya bıraktı. Olgular, dünya işçi sınıfının nicel ve nitel olarak en gelişmiş bölüklerini oluşturan ileri ülkeler proletaryasının saflarında yeni bir hareketlenme ve uyanışın geliştiğini göstermektedir.
Internasyonal Komünist Hareketin saflarında, emperyalizmin ve dünya gericiliğinin, güçlerini ve olanaklarını birleştirerek kapsamlı yeni bir hücum kampanyasını başlatarak sürdürdükleri koşullarda gelişen ideolojik, politik, örgütsel çok yönlü kaos ve dağınıklık yerini, internasyonal bir hareket olarak tekrardan örgütlenme, zayıflıklarını aşma sürecine bıraktı. Partimizin de bir parçası olduğu Internasyonal Komünist Hareket, 1993'te Garp Avrupa'da, 1994 senesinde Kito'da, 1995 senesinde Paris'te gerçekleştirdiği toplantılarla saflarındaki dağınıklığı aşma ışığında ergonomik adımlar attı.
Proletaryanın ve ezilen halkların hareketindeki canlanmayla beraber, burjuva, küçük-burjuva sosyalizminin, kapitalizmin kati zaferini ve üstünlüğünü açıkça duyuru eden revizyonizmin kalıntılarının, batkı etmiş olan kuramsal ve pratik-örgütsel platformlarını yenileyerek, işçi sınıfına ve halklara tekrardan dayatma ve internasyonal bir hareket olarak örgütlenme girişimleri yoğunlaştı. Konferansımız, dünya proletaryasının ve ezilen halkların devrimci hareketinin, tarihinin en büyük zaferlerinin derhal arkasından en ağır yenilgisini almasının içteki dayanağı ve sorumlusu olan bu akımların yoğunlaşan girişimlerine ve bu akımlara karşı mücadelenin taşımış olduğu öneme dikkat çeker.
Partimizin internasyonal vaziyet ve gelişme doğrultusuna ilişkin tezlerini onaylayan Konferansımız:
- Bir devrin kapanmış olduğu, yeni bir devrin başladığı;
- Emperyalist-kapitalist sistemin, yeni bir istikrar ve atılım dönemine, güç toplama dönemine değildir, yeni bir kaos, çatışmalar ve istikrarsızlıklar dönemine, şu ya da bu cephede, en zayıf halka ya da halkalarda yarılma ışığında ilerleme sürecine girmiş olduğu;
- Bu sürecin, genel olarak ekonomik, politik, toplumsal yönleri, hususi olarak da ülkelerdeki yansımaları bakımından dengesiz, gelişme seyri açısından da inişleri ve çıkışları içeren bir süreç olarak ilerleyeceği gerçeğinin altını çizer.
Internasyonal durumdaki değişimin, ülkemiz üstündeki çok yönlü tesirleri, ülkemiz devrimi, işçi sınıfı mücadelesi açısından yol açmış olduğu sonuçlar ve gündeme getirmiş olduğu görevler üstünde duran Konferansımız, şunlara hususi dikkat çekmiştir:
Ilim ve teknikteki devrimin ve sermayenin uluslararasılaşmasının ulaştığı düzey temelinde ekonomik, politik, askeri vb. tüm alanlarda, emperyalist zincirin halkalarını oluşturan ülkeler arasındaki ilişkilerin günümüzde kazanılmış olduğu boyut, hususi olarak da ülkemizin emperyalizme her alanda artan bağımlılığı ve paracı gelişme düzeyi gözönüne alındığında, internasyonal vaziyet ve gelişme doğrultusu başka ülkelerin yanısıra ülkemizdeki ekonomik, politik, ideolojik tüm süreçler üstünde yüzyılımızın ilk yarısıyla kıyaslanamayacak düzeyde bir etkide bulundu ve bulunmaya devam edecektir.
Günümüzde emperyalist zincirin halkalarını oluşturan ülkeler arasındaki ekonomik, politik, kültürel tüm bağlar yüzyılımızın ilk yarısıyla kıyaslanamayacak düzeyde ilerlemesine ve halkalar birbirine daha çok bağlanmasına rağmen, ülkeler arasındaki gelişme düzeyi farklılıkları ve tekelci aşamada sıçramalı gelişmelere neden olan dengesiz ve eşit olmayan gelişme süreci devam etti. Emperyalist-kaptalist sistemin bütününde yaşanmış olan süreç, sistemi oluşturan halkaların değişik düzeyde etkide bulundukları bir bileşke olarak teşekkül ederken, her ülkede yaşanmış olan süreç değişik özellikler taşımakta ve sistemin bütününde yaşanmış olan süreçten değişik düzeylerde etkilenmektedir.
ülkemiz, genel bunalımı derinleşen, genel bunalımının yeni bir aşamasına doğru yol alan emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası, emperyalist zincirin halkalarından biridir. Başka halkalarda olduğu şeklinde Türkiye'de de, bir tek proleter toplumcu devrimin değildir, yarı yolda takılıp kalmayan gerçek bir halk devriminin -ki sosyalizme kesintisiz geçişi hedeflemesi ve proletarya önderliği bu şekilde bir devrimin mecburi koşuludur-, proletaryanın ve halkların kurtuluş mücadelesinin zaferi bununla beraber, emperyalist zincirin halkalarından birinde parçalanması, emperyalizmin yenilgiye uğratılmasıdır. Dünya gericiliğinin başlıca dayanağı olan buyuruculuk, devlet iktidarını elinde tutan tekleci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri ittifakı ile beraber ülkemiz devriminin, işçi sınıfının ve başka ezilen sınıfların kurtuluş mücadelesinin önündeki başlıca engeldir. Bundan dolayı, emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımının derinleşmesi, genel bunalımının yeni bir aşamasına doğru yol alması;
- ülkemiz devriminin, işçi sınıfının ve emekçilerin kurtuluş mücadelesinin ve bunun mevcut koşullarda mecburi ön aşaması olan anti-emperyalist demokratik devrimin zaferinin önündeki engellerin zayıflaması,
- ülkemiz proletaryasının ve devriminin internasyonal müttefiklerinin ve dayanaklarının güçlenmesi,
- Internasyonal durumun ve etkenlerin Türkiye üstünde mevcut toplumsal sistemin ekonomik, politik, ideolojik her alanda güçlenmesi ve istikrarı yönünde değildir, zayıflaması ve istikrarsızlığın derinleşmesi yönünde etkide bulunmuş olduğu ve bulunacağı anlamına gelmektedir.
Proleter dünya devriminin internasyonal temeli günümüzde daha çok olgunlaşmasına ve gelişmiş olmasına rağmen, dünya proleter devriminin yeni bir atılımı, emperyalizmin en zayıf halkasında ya da halkalarında yarılmasıyla başlamış olacak ve ilerleyecektir. Türkiye, emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımının yeni bir aşamasına doğru ilerlemesine yolaçan etkenlerden ve olgulardan en fazla etkilenen ve gelecekte de etkilenecek olan halkalarından biridir. Konferansımız, ülkemizin jeo-politik konumu sebebiyle hususi bir ehemmiyet kazanan bu gerçeğin altını çizer ve ulusal dar görüşlülüğün yol açacağı tehlikeli sonuçlara dikkat çeker.
Türkiye:
1. Genel Konferansımızdan bu yana internasyonal alanda çok yönlü gelişmelere neden olan değişimler, başta ABD olmak suretiyle emperyalizmin ve ülkemizdeki uzantıları egemen sınıfların sözcülerinin ileri sürdüğü şeklinde, Adriyatik'ten başlayıp Balkanlar ve Kafkaslar'dan geçerek Orta-Asya'ya kadar uzanan ve Orta-Şark'ya doğru genişleyen yeni olanakların doğmasına yol açmadı ve Türkiye'nin internasyonal ilişkilerini ve durumunu güçlendiren bir rol de oynamadı. Aksine Türkiye açısından istikrarsızlık öğelerini geliştiren bir rol oynadı. Alt taraftaki olgular ve gelişmeler bu konuyu açıkça göstermektedir:
- Dünyanın, başlangıcında ABD ve SSCB'nin bulunmuş olduğu iki emperyalist bloka bölündüğü ve emperyalist devletler ve tekelci birlikler arasındaki ilişkilerin, iki blok arasındaki dünya hakimiyeti mücadelesine gore şekillendiği koşullarda, aralarındaki rekabete rağmen, Türkiye batılı emperyalist blokun desteğini alan ileri bir karakoldu. Fakat SSCB'nin ve başlangıcında bulunmuş olduğu blokun dağılması, emperyalistler arası güçler ilişkisinin alt-üst olması ve dünya hakimiyeti için savaşım eden yeni mihrakların oluşmasıyla beraber, bu vaziyet değişti. Ekonomik, mali, askeri ve politik her bakımdan dünya hakimiyeti için savaşım eden emperyalist mihraklardan birinin kati bir üstünlük sağlamadığı Türkiye, emperyalist devletler ve internasyonal tekelci birlikler içinde egemenlik mücadelesinin şiddetlendiği ülkelerden birisi haline geldi. Askeri ve mali bakımdan ABD'ye ve onun denetimindeki internasyonal kuruluşlara, dış tecim ve dolaysız ana para yatırımları bakımından Garp Avrupa'ya bağımlı olma, öte taraftan da Rusya'nın toparlanması, egemen sınıfların hangi emperyalist mihraka ne seviyede uşaklık edeceklerine ilişkin açmazlarını artırmaktadır.
- Dünya hakimiyeti için savaşım eden emperyalist devletler ve internasyonal tekelci birlikler açısından Türkiye, bir tek yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, pazarı ve ekonomik potansiyeli açısından ehemmiyet taşımamaktadır. Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta-Şark'nun kesiştiği ve bu mıntıkalara hakim olmak, tesir ve nüfuz alanlarını genişletmek açısından ehemmiyet taşıyan bir jeo-politik konumda mevcuttur. Balkanlar, Kafkaslar ve Orta-Şark ise, taşımış olduğu büyük ekonomik potansiyel, pazar vb. özelliklerinin yanısıra, başta varlıklı petrol yatakları olmak suretiyle, yeraltı ve yerüstü ları açısından emperyalist devletler ve internasyonal tekelci birlikler için dün olduğu şeklinde bugün de büyük ehemmiyet taşımaktadır. Bu mıntıkalar dünyanın, emperyalistler arası güçler ilişkisindeki değişimden en fazla etkilenen, paylaşım mücadelesinin şiddetlendiği, yeni bir paylaşımın mevzusu mıntıkalar haline geldiler ve bugün de bu özelliği taşımaktadırlar.
- Türkiye jeo-politik konumunun yanısıra, ekonomik ve askeri potansiyeli ve gücü bakımından da, yeni bir paylaşımın mevzusu olan bu bölgelerin en büyük ve kuvvetli ülkeleri içinde yer almıştır.
- Türkiye'nin de içinde yeraldığı bu bölgelerin bir özelliği de; birarada ve iç-içe bulunan değişik ulusal ve dinsel topluluklar arasındaki sorunların çözülmemiş olması, mahalli burjuva - feodal gruplar arasındaki çıkar çatışmaları ve egemenlik mücadeleleriyle daha da karmaşık bir özellik kazanmasıdır. Başta Kürt ulusal problemi olmak suretiyle, ulusal ve dinsel sorunların çözülmediği ülkelerden birisi de Türkiye'dir. Dün olduğu şeklinde bugün de, emperyalist devletler ve internasyonal tekelci birlikler, tesir ve nüfuz alanlarını genişletmek ve güçlendirmek, rakiplerini zayıflatmak için bu çelişmeleri ve çatışmaları kullanmaktadırlar.
1990'lı seneler Türkiye'yi çevreleyen ülkeler ve mıntıkalar açısından, istikrar değildir istikrarsızlık öğelerinin geliştiği seneler oldu. Orta-Şark, Balkanlar ve Kafkaslar; emperyalist devletler ve tekeller arası tekrardan paylaşım mücadelesinin şiddetlendiği, mahalli burjuva gruplar arası çelişmelerinin emperyalist devletler ve tekeller tarafınca kullanıldığı ve kışkırtıldığı, gerici ulusal savaşların, burjuva gruplar arasındaki egemenlik savaşlarının birbirini izlediği, dünyanın en istikrarsız bölgeleri haline geldi. Tüm veriler ve olgular, bu bölgelerdeki paylaşım mücadelesinin devam ettiğini ve edeceğini, Rusya'nın toparlanmasıyla beraber bu mücadelenin yeni özellikler kazanarak daha da karmaşıklaşacağını, istikrarsızlığın süreceğini göstermektedir. Türkiye, devam eden ve sürecek olan bu kaosun ve çatışmaların girdabına sürüklenen ve merkezinde olan ülkelerden biridir.
Egemen sınıfların tarihsel-kültürel bağlara dayanarak belirgin başlı emperyalist devletlerin, internasyonal mali ana para gruplarının ve tekellerinin taşeronluğunu, aracılığını yaparak yeni olanaklara kavuşma üstüne inşa ettikleri sözde emperyalist planlarının ve girişimlerinin sonucu tam bir batkı ve hüsran oldu. Bu girişim ve planlar, yeni olanaklar sağlamak bir yana, Körfez Savaşı, Yugoslavya ve Kafkaslar örneğinde de açıkça görüldüğü şeklinde kayıplara (Körfez Savaşı sonrası Arap ülkeleriyle ticaretin düşmesi şeklinde), yeni yüklere (askeri harcamaların artması) ve egemen sınıfların karşı karşıya oldukları açmazların ve sorunların ağırlaşmasına yol açtı.
Ekonomik, askeri, politik vb. her bakımdan emperyalizme bağımlı ve giderek daha bağımlı hale gelen Türkiye, bir takım 'sol' çevrelerin bilhassa diktatörlüğün akıl hocalığına soyunan strateji uzmanlarının da ileri sürdüğü şeklinde; SSCB'nin ve blokunun dağılmasıyla beraber oluşan yeni internasyonal koşullarda, bölgesinde bağımsız bir rol oynayamazdı. Bir tek ve bir tek dünya hakimiyeti için savaşım eden şu ya da bu emperyalist mihrakın maşası olarak belirgin bir rol oynayabilirdi ve bugüne dek da bu görevi oynadı. Başta ABD olmak suretiyle emperyalistler; Balkanlar, Kafkaslar ve Orta-Şark'da tesir ve nüfuz alanlarını genişletmek için savaşım eden büyük devletler, bir taraftan Türkiye'deki etkilerini çoğaltmak için savaşım ederlerken başka taraftan da, bölgedeki çıkarlarına ve bu çıkarların belirlediği politikalarına uygun bir rol oynaması için Türkiye üstündeki baskılarını yoğunlaştırıp, teşvik ettiler. Türkiye'nin bu görevi oynamasının, bilhassa ABD emperyalizminin tercihlerine ve saldırgan politikasına uygun bir dış siyaset izlemesinin belirgin başlı neticeleri şunlar oldu:
- Politik ve askeri bakımdan bağımlı olduğu ve uşaklığını yapmış olduğu ABD ile ilişkilerinde ambargoya varan problemler yaşamasının yanısıra, başka emperyalist mihraklarla ilişkilerinde problemler çıkmasından ve onların yeni tehditlerinden de kurtulamadı.
- Belirgin başlı emperyalist devletler ve tekelci birlikler içinde keskinleşen paylaşım mücadelesinin girdabına daha çok girmek mecburiyetinde bırakıldı.
- Bölge ülkeleriyle ilişkilerinin daha da istikrarsızlaşmasından, komşularıyla ilişkilerinin kötüleşmesinden ve soyutlama olmaktan kaçınamadı.
- Dış politikanın anti-ulusal , buyuruculuk yanlısı niteliği yoğunlaştı ve çıplak gözle görülür hale geldi.
Konferansımız, egemen sınıfların ve onların faşist diktatörlüğünün, ülkemizi bölgedeki emperyalistler arası dalaşmaların girdabına çeken, ABD emperyalizminin bölgedeki çıkarlarına ve tercihlerine uygun olarak şekillenen dış politikasına ve bu politikaya karşı mücadelenin önemine dikkat çeker.
Ekonomik vaziyet:
Bölgesinde başta ABD olmak suretiyle emperyalizmin en sadık dayanağı olma rolünü oynayan ve buna uygun bir dış siyaset izleyen egemen sınıflar, içte de, zayıf bir anti-emperyalist devrim olan Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın sağlamış olduğu kazanımların son kalıntılarının tasfiyesine, ülkenin her alanda emperyalist devletlerin ve tekellerin sınırsız egemenlik ve sömürü alanı olmasına yönelik bir siyaset izlediler.
Gümrük duvarları ve başka koruyucu önlemler kaldırılırken, devlet işletmelerine, tarıma sağlanan sübvansiyonlar aşağı çekildi. Emperyalist tekellerin kar transferlerinin ve dolaylı / dolaysız yatırımlarının önündeki son engeller de tasfiye edildi. ülke ekonomisinin, IMF ve Dünya Bankası'nın yönetiminde, tipik sömürge ekonomisi ışığında gelişmesi 1990'lı yıllarda da devam etti. Tarımdaki yıkım derinleşir, bağımsız bir ekonominin temeli olan sınırı olan sayıdaki endüstri işletmesi, emperyalist tekellere devredilir, devredilmeyenler de hızla gelişen teknolojinin yenilenmemesi, yeni yatırımların yapılmaması sonucu sönmeye terkedilirken, ticari sektörde de emperyalist tekellerin denetimi ve egemenliği güçlendi.
1990'lı seneler, istikrarlı bir gelişme, en ileri ülkelere yetişme ve geri kalmışlık zincirini kırma yılları olarak duyuru edilmesine rağmen iktisat, 1. Genel Konferansımızdan bu yana geçen 5 yıl içinde de, kısa süreli canlanma ve büyümeyi izleyen küçülme ve durgunluk sürecinden çıkamadı. Bu süreçten çıkmak bir yana, son 5 yılda averaj gelişme hızı 1980'li yılların birinci ve ikinci beşer senelik averajlarına gore düşerken, istikrarsız ve dengesiz gelişme daha da derinleşti. Ekonomisi 1994 yılı başlarında mali sektörde ve ay şeklinde kısa sürede başta tecim ve endüstri olmak suretiyle tüm sektöre hızla yayılan ve 1980'li seneler bir yana son yarım yüzyılın, neticeleri itibariyle de en ağır ekonomik krizi sürecine girdi. Iktisat, krizin tüm yüklerinin işçi sınıfının ve tüm ezilen ve sömürülen yığınların sırtına yıkmasına da bağlı olarak 1995 senesinde yeniden canlanma ve gelişme sürecine girmekle beraber, tüm veriler, ekonominin yeni bir krize doğru ilerlediğini göstermektedir.
Enflasyon oranı, dış ve iç borçlar, toplam yatırımların artış oranı, dış tecim ve ödeme dengeleri şeklinde temel ekonomik göstergeler 1980'li yıllarla karşılaştırıldığında, pozitif değildir, negatif yönde gelişti. Iktisat, iç ve dış borçların faiz ve ana taksitlerinin, ama yeni borçlanmayla ve devlet işletmelerinin emperyalist tekellere ve yerli işbirlikçilerine yok pahasına peşkeş çekilmesiyle sağlanan gelirlerle ödenebildiği bir mali iflasın eşiğinde bulunmakta. Toplam yatırımlar içinde de üretken yatırımların oranı hızla düşerken, rantiye gelirler hızla büyümeye devam ediyor.
Kent ve kır yoksullarının yanısıra, ekonominin tüm sektörlerinde orta ve minik işletmelerin de şartları hızla kötüleşti ve bu süreç devam ediyor. Başta endüstri ve ziraat olmak suretiyle, ekonominin tüm sektörlerinde minik ve orta işletmelerin bir kısımı iflasa sürüklenirken, ayakta kalabilenler üstünde de tekellerin, mali sermayenin boğucu boyunduruğu daha da yoğunlaştı. Büyük toprak sahiplerinin ve ziraat burjuvazisinin tesirinde gelişiyor olsalar da, Adıyaman, Bursa, Malatya ve Muğla'daki köylü hareketleri, minik ve orta mülk sahipleri içinde da hoşnutsuzluk ve öfkenin kabardığını, hemen hemen yaygınlaşmamış ve süreklilik kazanmamış olmakla beraber, savaşım eğilimlerinin geliştiğini ve diktatörlüğün, buyuruculuk ve egemen sınıflarının bu tabakalar arasındaki toplumsal temellerin sarsıldığını göstermektedir. Bu, içinden geçmekte olduğumuz sürecin (önümüzdeki dönemde daha da gelişecek olan) özelliklerinden biridir. Hemen hemen tüm neticeleri ortaya çıkmamış olan AB ile gümrük birliğine girilmesi, IMF ve Dünya Bankası programlarının uygulanması, minik ve orta mülk sahibi tabakalar arasındaki yıkımı ve emperyalizmin, tekellerin boğucu baskısını daha da artıracaktır.
Kürdistan'da başta köyler olmak suretiyle yerleşim merkezlerinin yakılması ve boşaltılması bir taraftan ziraat ve hayvancılıktaki yıkımı derinleştirir, köylülüğün durumunu daha da kötüleştirirken, başka taraftan da köyden şehre göçe yeni bir ivme kazandırdı. Başta Kürt köylüleri olmak suretiyle milyonlarca emekçi, işsizliğin, yoksulluğun kol gezdirilmiş olduğu ve geleceğe ilişkin hiçbir güvencenin bulunmadığı büyük şehirlere göç etmek mecburiyetinde bırakıldı. İşsizler ordusu ve yarı-proleter kitleler, Türkiye tarihinde görülmemiş bir hızla büyüdü ve bu süreç devam ediyor.
1989 işbırakımı ve gösterileriyle yeni bir ivme kazanan işçi hareketindeki yükselişle beraber gerçek ücretlerde sağlanan artış, yüksek enflasyon karşısında hızla aşınarak gerçek ücretlerin ve gelirlerin sonraki süreçte düşmesine yol açtı. Geçici ve kısa süreli dalgalanmalar olmakla beraber; işçilerin, tüm emekçilerin gerçek ücretleri ve gelirleri, 1990'lı yıllarda düştü. 1994 yılı bu bakımdan da bir viraj oldu. 1994 krizinden bu yana geçen iki yıl, son yarım yüzyılda gerçek ücretlerde en süratli düşüşün yaşandığı, ezilen ve sömürülen sınıfların yaşam ve çabalama koşullarının en süratli kötüleştiği seneler olma özelliği taşımaktadır.
Türkiye kaçınılmaz hale gelen yeni bir ekonomik kriz ve yeni saldırılar sürecine, emekçilerin, tüm ezilen ve sömürülen sınıfların yaşam ve çabalama koşullarında nispi de olsa bir iyileşmenin sağlandığı bir devrin arkasından değildir, son yarım yüzyılın en süratli mutlak yoksullaşma sürecinin yaşandığı bir devrin arkasından girmektedir. Bu, içinden geçmekte olduğumuz sürecin ve önümüzdeki devrin en mühim ayırdedici özelliklerinden biridir.
Politik vaziyet:
1990'lı seneler, egemen sınıfların ve faşist diktatörlüğün kitle temelinin, toplumsal temelinin zayıfladığı, internasyonal ilişkiler ve durumunun yanısıra ülke içinde de karşı karşıya olduğu açmazlarının derinleştiği ve sorunların arttığı seneler oldu. Alt taraftaki olgular ve gelişmeler bu konuyu açıkça göstermektedir:
1990'lı yıllarda da, demokratikleşme ve liberalleşme demogojilerine rağmen, demokratik hak ve özgürlüklerin tanınması (ve bunun bir unsuru olan Kürt ulusal problemininin çözülmesi) ve yasal, anayasal güvence altına alınması ışığında bir aşama atılmadığı şeklinde, baskı ve terör daha da yoğunlaştırılıp yaygınlaştırıldı. Diktatörlüğün hücum ve baskı aygıtları devamlı güçlendirildi ve yetkileri artırıldı. Tüm kurum ve kuruluşlarıyla parlamentonun, burjuva demokrasisinin gerçekleşmesinin bir aracı olmadığı, aksine, halkları aldatma, faşist diktatörlüğe demokratik bir görünüm verme ve perdeleme işlevine haiz, kukla bir kurum olduğu daha da açığa çıktı. Burjuva-düzen partileri arasındaki dalaşmalar da giderek şiddetlenirken, siyasal partileri, hükümeti ve parlamentosuyla 'temsili' kurumlar, tarihinin en itibarsız döneminden geçiyor.
Burjuva seviye partileri arasındaki dalaşmaların şiddetlenmesi, kitlelerin dikkatini gerçek sorunlardan uzaklaştırmak için kullanılmasına rağmen, kirli çamaşırların, yolsuzlukların, çok yönlü yozlaşma ve çürümenin kısmen de olsa açığa çıkmasına neden olan bir gelişmedir.
1990'lı yıllarda, burjuva-düzen partileri arasındaki güçler ilişkisi değişti ve TBMM'nin işlemez hale gelmesine kadar ilerleyebilecek, hükümet krizlerini ve yeni erken seçimleri devamlı gündemde tutacak bir özellik kazanmıştır. Tüm kısıtlamalara ve anti-demokratik seçim yasasına rağmen, son seçimden de, burjuva-düzen partilerinden asla birisi emperyalizmin ve egemen sınıfların özlemini duydukları kuvvetli ve istikrarlı bir hükümetin kurulmasını sağlayacak bir güç ve kitle desteğiyle çıkamadı. Seviye karşıtı bir söylem ve dinsel motifler kullanarak oy oranını artıran RP de dahil, burjuva-düzen partilerinden asla birisi, kitleler içinde kabaran hoşnutsuzluk ve öfkeyi yatıştıracak ve gericiliğin tüm güçlerini emperyalizmin ve egemen sınıfların halka hücum politikası çevresinde birleştirebilecek bir kitle desteğine ve gücüne haiz olma özelliği taşımamaktadır.
Tüm kurum ve kuruluşlarıyla parlamentonun yetkileri ve ülke politik yaşamındaki görevi ne kadar sınırlanmış olursa olsun, yukarıdaki gelişmeler egemen sınıfları ve diktatörlüğü zayıflatan, açmazlarını artıran bir rol oynamaktadır. Fakat bu olgular, kendi başına, emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin egemenlik araçlarını, politik hakimiyetini felce uğratan, sarsan bir gelişme olma özelliği de taşımamaktadır. Çünkü gerçek ya da fiili yönetim bir yana, Türkiye'de siyasal partileri, hükümetleri ve başka kurum ve kuruluşlarıyla mevcut parlamento, görünürde dahi ülkeyi yöneten bir güç değildir. Elkoyuculuk, tekelci büyük burjuvazi ve büyük toprak sahipleri ve onlarla birleşmiş, kaynaşmış ve içiçe geçmiş olan generaller, polis şefleri ve militarist-bürokratik cihazın başka yönetici kurumlarının oluşturduğu oligarşi ülkeyi bir tek pratikte, fiilen değildir görünürde de yöneten gerçek güçtür. Konferansımız bu gerçeğin altını çizerken, parlamentodaki ya da burjuva-düzen partileri arasındaki dalaşmaları ve güçler ilişkisindeki değişimi, politik krizin, devrimci bir durumun göstergesi ya da temel unsurlarından birisi olarak ele almanın tam bir parlamenter ahmaklık olduğuna dikkat çeker.
Emperyalizmin ve egemen sınıfların temel egemenlik aracı olan devletin, ordu ve polis şeklinde temel aygıtlarının işlemez hale gelmesine yol açacak bir gelişme ve parçalanma olmamasına rağmen, çok yönlü bir çürüme ve klikler dalaşması gelişmektedir. Patlayan skandalların, yolsuzlukların, rüşvetin, ortaya çıkan çetelerin ve mafya gruplarının bir ucu muhakkak polis ve orduya dayanmakta ve bu bundan böyle saklanamamaktadır. Başta polis olmak suretiyle, devamlı yeni birlikler ve düzenlemelerle güçlendirilen, sınırsız yetkilerle donatılan diktatörlüğün hücum aygıtlarının dizginsiz terörü ve ardarda patlayan skandallar, kitlelerin kendi öz tecrübeleriyle bu kurumların ve devletin gerçek işlevini görme sürecini hızlandırmakta, kitlelerin uyanış içindeki kesimleri içinde, bu kurumlara ilişkin gerici ön yargıların yıkılmasına yol açmaktadır. Yaşam koşulları hızla kötüleşen memurların alt kesimleri içinde hoşnutsuzluk ve öfkenin kabarması, bürokrasinin üst tabakalarından ayrı bir güç olarak örgütlenmelerinin ilerlemesi, işgören hareketinin gelişmesi ve işçi hareketiyle birleşmeye doğru eğilim göstermesi; polis ve orduyu kapsamamakla beraber devlet aygıtındaki çözülmenin bir emaresi ve diktatörlüğü zayıflatan bir etken olması bakımından da ehemmiyet taşımaktadır.
1990'lı yılların en mühim gelişmelerinden birisi de; kitleler içinde mevcut rejim etrafında, kendiliğinden ve tedricen de olsa, yaşam ve çabalama koşullarının iyileşebileceğine, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılabileceğine ilişkin beklentilerin zayıflaması, geleneksel burjuva-düzen partilerinden kopuş ve yeni arayışlara yönelme sürecinin ilerlemesi, bilhassa ileri işçiler içinde ayrı bir parti olarak örgütlenme eğiliminin gelişmesi ve güçlenmesi olmuştur. Bu gelişmeye rağmen, ileri işçilerin ezici çoğunluğu içinde dağınıklık ve örgütsüzlük aşılamadı ve devrimci bir işçi partisinde örgütlenmesi gerçekleşmedi. Bu, hareketin istikrarlı bir gelişme ve ilerleme sürecine girememesinin ve 1992-93 yıllarındaki durgunluğun, 1994-95 yıllarındaki canlanmaya rağmen aşılamamasının ve açık işçi kitle hareketinin son 10 senenin en zayıf periyodunu yaşamasının temel sebeplerinden biridir.
Öte taraftan, açık işçi ve emekçi kitle hareketinin yanı sıra Kürt halk hareketinin, 1995 ortalarından bu yana yeni bir durgunluk ve dağınıklık sürecine girmesinin sebepleri, 1991-94 yılları arasındaki durgunluğun sebeplerinden bir yönüyle ayrılmaktadır. Zira sözkonusu dönemde, işçi ve emekçi sınıflar ve Kürt emekçi kitleleri açısından, yaşam koşulları 1990-91 yıllarında olduğu şeklinde nispi bir iyileşme göstermedi; aksine daha da kötüleşti. Yanı sıra, 'demokrasi' kampanyaları, beklenti yaratacak ve kitle hareketini baltalayacak bir etken olamadı. Açık kitle hareketi, esas olarak kendi içinden baltalandı:
Geleneksel liberal 'sol' grupların ve sendika bürokrasisinin işçi ve emekçi kitleleri umutsuzluğa sürükleyen fiil çizgisi ve anarşizan 'toplumcu' akımların büsbütün çürüme sonucunda vardıkları terörizm, kitle hareketini dağıtan, ileri kesimlerle geriden gelen yığınlar arasındaki ilişkiyi tahrip ve politik ortamı ve kitleleri provoke eden tasfiyeci bir rol oynadı. Kürt miliyetçi akımının Türk-Kürt düşmanlığı eksenine oturan ve 1991'lerden itibaren emperyalist güçler arasındaki çıkar mücadelesinin yörüngesinde tekrardan şekillenen 'emek vermesi', Türk emekçilerini sermayenin provokatif faaliyetine açık bir pozisyona iterken, Kürt nüfus içinde da, artan hoşnutsuzluk ve bıkkınlığı umutsuzluğa dönüştüren bir etken oldu. Bu koşullar altında savaşım eden ileri işçi örgütleri, tüm bu negatif faktörleri etkisiz hale getirme ya da tahrip edici neticelerini en asgariye indirme kabiliyetini gösteremedi. Birbirini karşılıklı besleyen ve güçlendiren bu faktörler, emekçi kitlelerin düzenden kopuşları, 1995-96 yıllarında daha da derinleşmesine rağmen açık kitle mücadelesinin durgunluk göstermesine ve nüfusun alt tabakaları içinde dağıtıcı bir umutsuzluk yaşanmasına yol açtı.
Olgular ortadadır: Terörcü saldırılar, gençlik adına meydana getirilen eylemler, 1 Mayıs'ta örnekleri ve neticeleri açıkça görülen sorumsuz yağma ve hücum eylemleri, sendikal platformlara yönelik provokatif girişimler, emekçi sendikalarındaki yeni bürokratik çöreklenme vb. olgular ve bunların kitleler içinde yarattığı hisleri bilinmektedir. Diktatörlük, bu türden girişim ve eylemleri ve bunların emekçi sınıflar arasındaki geriletici ve moral bozucu etkilerini, kitle mücadelesi sonucu fiilen kazanılan mevzileri (mesela kitlesel yasadışı gösteriler) gaspetmek, saldırıların yoğunlaştırılması ve yasaların daha da faşistleştirilmesi için kullandı.
Kitle hareketindeki durgunluk mutlak bir olgu değildir. Kitle hareketinin, patlamaları da içerebilecek yeni bir yükseliş sürecine girmesinin, tüm ezilen ve sömürülen sınıfların birleşik mücadelesi olarak gelişmesinin koşulları ve işçi ve emekçi hareketini tahrip eden, geriye iten etkenlerin üstesinden gelmenin olanakları gelişmeye ve olgunlaşmaya devam ediyor.
Diktatörlüğün hücum ve baskı aygıtları devamlı güçlendirilmesine ve baskı ve terör yoğunlaştırılmasına rağmen, kitle mücadelesindeki düşüş ve yükselişe bağlı olarak fiilen kullanılan demokratik hakların alanı genişlemeye devam etti. Türkiye, ezilen ve sömürülen sınıfların yaşam ve çabalama koşullarının hızla kötüleştiği, acil ekonomik ve politik taleplerinden hiçbirinin gerçekleşmediği, kitleler içinde hoşnutsuzluk, hiddet ve savaşım eğilimlerinin geliştiği, buna karşılık egemen sınıfların ve hükümetin ekonomik ve politik saldırılarını yoğunlaştırdıkları, yeni hücum paketlerini gündeme getirmek ve uygulamak için en uygun hatıra kolladıkları bir süreçten geçiyor. Koşullar, tekelci büyük burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin, başta IMF ve Dünya Bankası olmak suretiyle, buyuruculuk destekli ekonomik ve politik saldırılarının yoğunlaşacağı, tüm ezilen ve sömürülen sınıfların yaşam ve çabalama koşullarının daha da kötüleşeceği bir doğrultuda gelişmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu ise ezilen ve sömürülen kitleler içinde hoşnutsuzluk, hiddet ve savaşım eğilimlerinin gelişmesi, ezenle ezilen, sömürenle sömürülen, yönetenle yönetilen sınıflar, emekle ana para arasındaki çelişmelerin daha da keskinleşmesidir.
Türkiye'de devrimle karşı-devrim, emekle ana para, ezilen ve sömürülen sınıflarla buyuruculuk ve egemen sınıflar ittifakı arasındaki savaşım hemen hemen kati bir hesaplaşma özelliği kazanmamış olmakla beraber, süreç buraya doğru ilerlemektedir. Bu düz bir çizgi olarak gelişmemekte, iniş ve çıkışları içeren bir özellik taşımaktadır.
Tüm bu tür durumlar, yığınların birleşik savaşım ve direniş cephesinin örülmesinin ehemmiyet ve aciliyetini artırmaktadır. Partimiz, sağ ve 'sol' oportunist gruplardan değişik olarak, birlik sorununu, 'solun birliği' ya da 'sol gruplar arasındaki bir ittifak' problemi olarak görmemektedir. İşçi sınıfı ve hareketiyle bir bağı olmayan bu türden gruplar ve aralarındaki 'birlik' ya da 'ittifaklar', gerek üstünde bulundukları platform ve gerekse de fiil çizgileriyle, hareketi birleştiren ve ilerleten değildir, tam tersine onu zayıflatan ve baltalayan tasfiyeci bir rol oynamaktadırlar. Partimizin birlik mevzusundaki temel politikası, işçi sınıfının parti birliğinin yanı sıra, geniş işçi yığınlarının savaşım birliğinin ve işçi merkezli bir Emek (ve Halk) Cephesi'nin yaratılmasıdır. Bunun şimdiki araçları ise, oluşmuş işçi platformları, sendikalar ve başka toplumsal örgütlerdir.
İşçi sınıfının, sermayenin ve diktatörlüğün ardı arkası gelmeyen saldırılarına karşı kuvvetli bir savaşım cephesi yaratmada, saldırıları püskürtme ve kurtuluş yolunda ilerlemede en temel silahı partidir. Konferansımız, işçi sınıfının günlük hareketine, başta işçi sınıfı olmak suretiyle yığınların devrim için hazırlanması ve örgütlenmesine azami yardımı yapma, bu sebeple lüzumlu tüm araç ve olanaklardan sonuna kadar yararlanma kabiliyetini gösterecek, işçi sınıfının uyanış içindeki ana kitlesini kucaklayan kitlesel partisinin ve komünist işçilerin çelikten disipline haiz örgütünün tekrardan inşası görevlerine dikkat çeker.
1. Genel Konferansından bu yana partimizin tüm alanlarda yürüttüğü faaliyeti değerlendiren Konferansımızın vardığı başlıca sonuçlar şunlardır:
TDKP, dünya proletaryasının ve ezilen halkların devrimci hareketinin 1950'li yılların ikinci yarısında almış olduğu yenilginin tahrip edici sonuçlarının tüm yalınlığıyla ortaya çıkmış olduğu, yenilgi ve gerileme sürecinin devam etmiş olduğu, emperyalizmin ve dünya gericiliğinin saldırılarını yoğunlaştırdığı ve proletaryanın ve halkların devrimci hareketinin dibe vurduğu 1980'li yılların sonları ve 1990'lı yılların başlarında da, proletaryanın kurtuluşu davasına sadık kaldı ve bu davadan sapmadı. Partimiz, emperyalizmin ve burjuvazinin ve tüm ülkelerdeki dayanaklarının kazanılmış olduğu zaferin ve proletaryanın ve halkların, devrim ve sosyalizm mücadelesinin uğramış olduğu yenilginin geçici niteliğine ve emperyalist paracı sistemin tam da kati zaferini duyuru etmiş olduğu dönemde genel bunalımının derinleştiğine ve bunun da ötesinde yeni bir aşamasına doğru ilerleme sürecine girdiğine dikkat çekti. devletimizde ve bütün ülkelerde emperyalizmin ve burjuvazinin her türden revizyonizmin yoğunlaşan saldırıları ve baskıları altında, sahtesi ve gerçeğiyle devrim ve sosyalizm adına ortaya çıkan tüm akımların, örgütlerin ve partilerin sarsıntı geçirdiği, dağıldığı ya da parçalandığı bir dönemde TDKP, saflarında sarsıntıya, emperyalizmin ve sermayenin sosyalizm maskeli uzantısı akımların ortaya çıkmasına olanak tanımadı. Tam da çok yönlü saldırıların ve baskıların yoğunlaştığı bir süreçte, Şubat 1990'da toplanan 1. Genel Konferansı'nda tam bir irade birliğiyle, emperyalizmin ve her türden revizyonizmin çok yönlü saldırısına karşı savaşım etme, dünya proletaryasının tüm tarihsel kazanımlarını müdafa, işçi sınıfının tam ve kati kurtuluşu gerçekleşene kadar savaşım etme sonucu aldı ve bu konuyu uyguladı. Parti saflarında ve çevresinde ortaya çıkan burjuva, minik burjuva derslik dışı eğilimlere karşı savaşım etti ve onların partiyi yolundan saptırma girişimlerinin gelişmesine olanak tanımadı. Hatalarından ve pratiğinden dersler çıkararak, bir tek ülkemiz işçi sınıfına karşı değildir dünya işçi sınıfına karşı yükümlülüklerini yerine getirmek için de içtenlikle savaşım etti.
Tüm zayıflıklarına ve eksikliklerine rağmen, gençliğe hususi bir ehemmiyet veren ve işçi hareketinin yönetim, şuur, örgütlenme ve savaşım düzeyinin ilerletilmesine en azami yardımı faaliyetinin merkezine alan TDKP, başta işçi hareketi olmak suretiyle kitle hareketindeki yeri, ilişkileri vb. ile tüm alanlarda başka akım ve örgütlerden ayrıldı. Devrim ve sosyalizm adına yola çıkan tüm akımlar burjuva liberalizminin ya da bireysel terörizmin yolunda ilerler, işçi hareketi karşısında tasfiyeci bir rol oynarken, partimiz, işçiler içinde etkenlik yürüten, işçi hareketini ilerletme olanağına haiz tek akım durumuna geldi.
Partimiz saflarında ve çevresinde bilhassa gizlilik ve güvenlik gerekçesinin ardına sığınan, işçi hareketinin gereksinimlerine uygun bir değişimi ve ilerlemeyi fikir, yaşam ve çabalama tarzında gerçekleştirmeyi göze alamayan, geleneksel solun işçi hareketinden ve gereksinimlerinden koparılmış sözde yeraltı çalışmasının temsilcisi ergonomik oportunizm, burjuva liberalizminin başta teşkilat disiplini olmak suretiyle türlü alanlardaki yansımaları ve başka zayıflıklar; partimizin koşullardaki ve işçi hareketindeki gelişmelere bağlı olarak, şiarlar, teşkilat ve savaşım şekilleri ve sistemleri,metotları arasındaki ilişkilerde lüzumlu değişimleri ve yenilenmeyi zamanında gerçekleştirmesini engelledi. Partimiz gerek işçi hareketindeki ilerlemenin gerekse partimizin yürüttüğü faaliyetin geliştirdiği tüm olanakları ve araçları en azami düzeyde kullanma kabiliyetini gösteremedi. Bunun da ötesinde, bu olanaklar, bilhassa diktatörlüğün saldırılarının partimiz üstünde yoğunlaştığı, bu saldırıların partinin tekrardan inşası ve yenilenmesindeki gecikme sonucu etkili olma olanağı bulmuş olduğu, bu koşullarda kayıpları en üye indirmek için muhteşem tedbirlerin alınmak zorunda kalındığı son yıllarda, örgütümüzün bünyesinde taşımış olduğu bu eğilimlerin ve zayıflıkların gelişme ve serpilme olanağı bulması sonucu baltalandı.
Koşullardaki değişiklik, başta uyanış içindeki ileri işçiler olmak suretiyle işçiler içinde gelişen ayrı bir derslik olarak örgütlenme eğiliminin olgunlaşma düzeyi, partimizin bugüne dek yürüttüğü faaliyetin birikimi ve işçi hareketindeki yeri ve tesir düzeyi, hatalar ve zayıflıklar da taşısa yakın zamana kadar partimizin çalışmasını ilerleten propaganda, teşhir-ajitasyon ve örgütlenme faaliyetinin, bu faaliyeti yürütürken kullandığı şekiller ve araçlar içinde öngördüğü birlikteliğin, örgütlerinin ve kadrolarının mevzilenmesinin eskidiğini, bir tüm olarak yenilenmesinin, gündeme gelen yeni şekiller ve araçlarla geliştirilmesinin mecburi hale geldiğini göstermektedir. Bu değişiklik eski teşkilat ve perspektifin korunması temelinde şekiller ve araçlar içinde yapılacak kısmi değişimlerle başarılamazdı. Değişiklik, ama ve ama partimizin açık ya da gizli saklı her alanda tekrardan inşası, güçlerinin arınması ve yenilenmesi gündeme alınarak gerçekleştirilebilirdi. MK'nin bu perspektifle almış olduğu tüm kararları ve partimizin attığı ergonomik aşamaları onaylayan konferansımız, partimizin tekrardan inşası ve her alandaki faaliyetinin koşullardaki değişikliklere uygun olarak yenilenmesi ile tüm parti güçlerinin kendilerini aşmada ve arınmada gösterecekleri kabiliyet, en önemlisi de işçi sınıfının ve gençliğin taze güçleri ile yenilenmesi ve çelikten bir disiplin ve irade arasındaki belirleme edici ilişkiye dikkat çeker.
İşçi sınıfının devrimci partisi, faşist diktatörlüğün yargı sürdüğü Türkiye şeklinde ülkeler bir yana, en demokratik ve istikrarlı burjuva cumhuriyetlerinde de faaliyetinin ve işçi hareketinin geleceğini güvence altına alabilmek için sağlam bir yeraltı örgütüne ve temeline haiz olmak zorundadır. Demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmadığı ve yasal anayasal güvence altına alınamdığı devletimizde, işçi sınıfının devrimci partisi, bir tek hareketin geleceği açısından değildir, bugününü ve işçi hareketine en ileri düzeyde yardım etme ve etkide bulunmanın yasalarla kısıtlanmamış ve sınırlanmamış devrimci bir çizgide gelişmesini güvenceye alabilmek açısından da sağlam ve devamlı güçlenen bir yeraltı örgütüne ve temeline haiz olmak zorundadır.
Açık ve yasal olanaklardan sonuna kadar yararlanma ve bu alandaki emek harcamayı güçlendirmenin yanı sıra, devrimi hazırlama ve örgütleme faaliyetinin kesintisizliği ve başarısının güvencesi olarak, hareketin gereksinimlerine cevap verecek özelliklere haiz bir yasadışı örgütlenmenin tekrardan inşası ve güçlendirilmesi, bugünün temel öneme haiz bir başka görevi durumundadır. İhtiyaç olan, işçi hareketinden kopuk, onun gereksinimlerine çözüm vermekten uzak, kendi kendinin sebebi ya da 'gayesi' haline gelmiş, yozlaşmış bir sözde yasadışı teşkilat değildir, işçi hareketine ve örgütlerine yüzlerce, binlerce bağla bağlı, dayanıklı, mümkün tüm araç ve olanaklardan yararlanma ve karşı devrimin azgınlaşan saldırıları karşısında da devrim ve sosyalizm mücadelesini örgütleme ve yönlendirme kabiliyetine haiz bir yasadışı teşkilat ve yasadışı çalışmadır. Başta partimizin örgütlü güçleri olmak suretiyle sınıfın şuurlu kesimlerinin önündeki en mühim görevlerden birisi de, yasal olanaklardan en azami seviyede yararlanırken yasadışı çalışmada yetkinleşmek ve yasadışı örgütü güçlendirmek, sınıfın uyanış içindeki kitlesinin yasadışı örgütte örgütlenmesini teşvik etmek ve örgütlemektir.
Geleneksel 'sol'un bugün tümüyle tasfiyeci bir platformda bulunan sağ ve 'sol' kanatlarının savundukları şeklinde, yasal ve yasadışı örgütlenme ve çabalama, birisi ötekini dıştalayan ya da birbirinin alternatifi olan değildir, tam tersine, aynı amaca bağlanmış tek bir çalışmanın birbirini tamamlayan ve güçlendiren değişik yönlerinin bir birliğidir. İşçi hareketinin şuur, örgütlenme ve savaşım düzeyi bakımından ilerlemesinin şimdiki görevlerine, en etkili araçları ve biçimlerine bu sebeple da, işçi hareketine sırt çevirerek; işçi hareketinin ilerlemesine yardım edilmeyeceği şeklinde, sağlam ve devamlı güçlenen bir yeraltı örgütü ve temeli de inşa edilemez.
Konferansımız, yapınak ve işletmeleri temel alan devrimci bir çalışmanın örgütlenmesi ve ilerletilmesi temelinde, işçi sınıfının açık-yasal (ekonomik-siyasal) alandaki örgütlenmesine azami desteği vermenin ve güçlendirmenin, buralarda en enerjik şekilde çalışmanın yanısıra ve bunun bir parçası olarak, işçi sınıfının mücadelesinin ilerletilmesi ve örgütlenmesinin en etkili araçlarından biri olan açık işçi basınını desteklemenin ve güçlendirmenin, onu günlük çalışmada en etkin bir şekilde kullanmanın önemine dikkat çeker.
Teşkilat, Hanım, Kültür, Gençlik, Yurtdışı Örgütleri ve Ulusal soruna ilişkin kararlar alan Konferansımız, tüm parti örgütlerinin ve güçlerinin, ileri işçilerin, geleceğimiz olan gençliğin, TDKP 2. Genel Konferansı'nın kararlarını tam bir içtenlik ve büyük bir özveriyle uygulayacaklarına olan inancını ve itimatını belirtir.

Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP)






  • Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk siyasal partisi hangisidir?


  • DHKP/C - Devrimci Halk Kurtuluş Partisi


  • TİP - Türkiye İşçi Partisi



 

YORUMLAR

Ad

Anlamı Nedir?,22,Biyoloji Konu Anlatımı,25,Cilt Bakımı,82,Coğrafya Ders Anlatımı,978,Genel,46,Güzel Sözler,16075,Music,1,Ne Nedir?,32164,Resimli Sözler,4111,Saç Sağlığı,119,Sağlık Bilgileri,1596,Soru-Cevap,10236,Sports,1,Tarih Konu Anlatımı,5,Teknoloji,36,Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımı,2,
ltr
item
Ders Kitapları Konu Anlatımı: TDKP - Türkiye Devrimci Komünist Partisi
TDKP - Türkiye Devrimci Komünist Partisi
Ders Kitapları Konu Anlatımı
https://ders-kitabi.blogspot.com/2017/08/tdkp-turkiye-devrimci-komunist-partisi.html
https://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/2017/08/tdkp-turkiye-devrimci-komunist-partisi.html
true
5083728687963487478
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi hiçbir mesaj bulunamadı HEPSİNİ GÖR Devamı Cevap Cevabı iptal Silmek Cevabı iptal Home SAYFALARI POST Hepsini gör SİZİN İÇİN ÖNERİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH Tüm Mesajlar İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Pazar Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şu anda... 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago İzleyiciler Takip et THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Tüm Kodunu Kopyala Tüm Kodunu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalanmıştır. Kodları / metinleri kopyalayamıyor, kopyalamak için lütfen [CTRL] + [C] tuşlarına (veya Mac ile CMD + C'ye) basınız Table of Content