Grimm Kardeşler’in Bremen Mızıkacıları masalının özeti. Bremen Mızıkacıları hikayesi, Grimm Kardeşler masalları. Bremen Mızıkacıları Bir v...
Grimm Kardeşler’in Bremen Mızıkacıları masalının özeti. Bremen Mızıkacıları hikayesi, Grimm Kardeşler masalları.
Bremen Mızıkacıları
Bir varmış, bir yokmuş, evvel süre içinde, kalbur saman içinde bir insanın bir eşeği varmış. Sırtına yaralanan çuvalları seneler yılı bıkıp usanmadan değirmene götürüp getirmiş, ama derken elden ayaktan düşüp her gün az bir daha iş göremez duruma gelmiş. Bu konuyu gören sahibi, şunun yemini suyunu keseyim de ne hali var ise görsün, diye içinden geçirmiş, ama eşek kendisi hakkında sahibinin iyi şeyler düşünmediğini sezmiş, evden kaçıp yollara düşmüş. Bremen’e gider, orada kent bandosuna yazılırım, diye tasarlıyormuş kafasında. Küçük çapta yürüdükten sonrasında bir av köpeğiyle karşılaşmış. Köpek yolun kenarında uzanmış yatıyor, koşmaktan canı çıkmış şeklinde dili bir karış dışarda soluyup duruyormuş. “Bu halin ne hav hav kardeş?” diye sormuş eşek. “Sorma,” diye yanıt vermiş köpek de, “kocadım bundan sonra, her geçen gün gücüm kuvvetim az bir daha azalıyor, avda eskisi şeklinde sıçrayıp zıpla-yamıyorum. Bu konuyu gören efendim beni döve döve öldürmeye kalktı, ben de kurtuluşu kaçmakta buldum. Buldum ama, şimdi ne yiyip ne içeceğim, bilmiyorum?” Bunun üstüne şöyleki yanıt vermiş eşek: “Bak ne diyeceğim! Ben Bremen’e gidiyorum, kent bandosuna yazılıp mızıkacı olacağım. Sen de benimle gel, bandoya yazıl. Ben zurna çalarım, sen de davul. Ne dersin?” Köpek bu öneriyi sevinçle karşılayıp peki demiş. Eşeğin yanına katılmış, beraber yola koyulmuşlar.
Aradan çok geçmemiş, yolun kenarında bir kedi görmüşler, suratı iki karışmış, dünya yıkılmış da altında kalmış sanki. “Bu ne çehre bu şekilde, miyav kardeş? Bir şeye mi sıkıldın yoksa?” diye sormuş eşek. Kedi de: “Seni de boğmaya kalksınlar, bak bakalım gülecek halin kalır mı?” diye yanıt vermiş. “Senin anlayacağın yaşlanıyorum, dişlerim eski keskinliğini yitiriyor, fare avlamaya boş verip soba dibinde mır mır uyukluyorum hep. Bu konuyu gören sahibim olacak hanımefendi de beni ensemden tuttu, suya batırıp boğmaya kalktı. Elinden kaçıp kurtuldum kurtulmaya ama, ne çare, gidecek yerim olmadıktan sonrasında.” Bunun üstüne: “Bak ne diyeceğim,” demiş eşek. “Bizler Bremen’e gidiyoruz, sen de bizlerle gel. Nasıl olsa gece müziğinden anlarsın, Bremen’de kent bandosuna yazılırsın, olur biter.” Kedinin de bu öneriye aklı yatıp peki demiş. Eşekle köpeğin yanına katılmış, beraber yola devam etmişler.
Derken üç kaçak, bir bahçenin önünden geçiyorlarmış; bakmışlar ki kapının üstünde bir horoz, vargücüyle üzüntü üzüntü ötüyor. Bu konuyu görünce: “Amma da ötüyorsun, horoz kardeş? İnsanın yüreği paralanıyor seni duyunca. Derdin ne bakayım?” diye sormuş eşek. Horoz da: “Yarın Meryem Ana günü, yavrusu İsa’nın gömleğini yıkamış da kurutacak Meıyem Ana, ben de yarın havanın güzel olacağını müjdeliyorum. Neylersin ki yarın pazar, eve konuklar gelecek, bana ait sahibim olacak hanımefendide insaf arama; aşçıya: ‘Şunu kes de bir güzel çorbasını içelim yarın!’ söylediğini kendi kulağımla işittim. Geceleyin gelip kafamı koparacaklar. Ben de hemen hemen ötebilirken gücüm yettiği kadar ötüyorum anlayacağın,” diye yanıt vermiş. Bunun üstüne: “Onun kolayı var, kırmızı ibik,” demiş eşek. “Bizler Bremen’e gidiyoruz, sen de bizlerle gel en iyisi! Nasıl olsa ölümden beteri yok. Sesin harikulade. Hep birlikte çalıp söyler, keyfimize bakarız.” Horoz öneriyi pek beğenmiş, eşekle köpeğin ve kedinin yanına katılmış; dördü beraber yolu tutmuşlar.
Gelgelelim, bir günde Bremen’e varamamışlar da akşam bir ormana girmiş, burada geceleyelim, demişler. Eşekle köpek bir ağacın altına uzanmış, kediyle horoz da ağacın dallarına tırmanmışlar, hele horoz ağacın tepesine kadar çıkmış. Uyumadan bir kez daha başını çevirip dört bir yana göz gezdirmiş, derken uzakta nokta halinde bir ışık seçer şeklinde olmuş, derhal arkadaşlarına seslenmiş yukarIdan: “Yakında bir ev var galiba,” demiş, “bir ışık görünüyor”. Eşek de:
“Öyleyse kalkıp oraya gidelim, burası yatılıp uyunacak şeklinde değildir,” demiş. Köpek: “Doğrusu şöyleki etli bir çok kemik parçasını bana ait de içim çekmedi değildir,” diye söze karışmış.
Sözü uzatmayalım, kalkıp hep beraber ışığa doğru yola koyulmuşlar. Onlar yaklaştıkça ışık daha bir parlaklık kazanmış, onlar yakına geldikçe ışık büyümüş, sonunda kendilerini gündüz şeklinde aydınlık bir haydut yuvasının önünde bulmuşlar. Aralarında en irileri olan eşek, pencereye yaklaşıp içeriye bir göz gezdirmiş. “Ne görüyorsun bakalım, uzun kulak?” diye sormuş horoz. Eşek de: “Ne mi görüyorum? Kurulu bir sofra, üstünde nefis yiyecekler ve içecekler; haydutlar da sofranın başına kurulmuş, afiyetle tıkmıyorlar,” diye yanıt vermiş. “Tam da bizlere gore,” demiş horoz. Eşek: “Bizlere gore de, bizler dışarda olmasak,” diye söylenmiş. Derken kafa başa verip ne yapmış olup etsek de şu haydutları evden dışarı atsak? diye düşünmeye başlamışlar. Sonunda bir çare gelmiş akıllarına. Eşek arka ayaklarının üstünde dikilip ön ayaklarını pencereye dayamış, köpek de sıçrayıp eşeğin sırtına çıkmış, kedi köpeğin üstüne tırmanmış, horoz da havalandığı şeklinde kedinin tepesine konmuş. Bu iş biter bitmez, hepsi aniden başlamış kendi bildikleri şeklinde çalıp anlatmaya. Eşek anırmış, köpek havlamış, kedi miyavlamış, horoz da ötmüş. Sonrasında paldır küldür pencereden odaya doluşmuşlar, camlar şangır şungur yere inmiş. Bu korkulu gürültü patırtı üstüne haydutlar neye uğradıklarını şaşırarak yerlerinden fırlamışlar, içeriye bir hortlak girdi sanıp yürekleri ağızlarına gelmiş, kaçıp soluğu ormanda almışlar. Haydutlar gidince dört kafadar sofraya kurulmuş, kalan yiyecek artıklarıyla bir güzel karınlarını doyurmuş, sanki ilerde haftalarca aç kalıp ağızlarına bir şey koymayacaklarmış şeklinde her şeyi silip süpürmüşler.
Dört Bremen mızıkacısı yiyeceklerini yedikten sonrasında ışığı söndürmüş, hepimiz uyumak için kendine gore bir yer seçmiş. Eşek, gübre yığınına uzanmış; köpek kapının arkasına, kedi sobanın yanıbaşına kıvrılıp yatmış. Horoza erişince, o da çatının tepesindeki horoz tüneğine çıkıp tünemiş. Teptikleri uzun yoldan bitkin düştükleri için çok geçmeden uyuyakalmışlar.
Derken zaman gece yarısını geçmiş; haydutlar uzaktan bakmışlar, evde ışık falan yanmıyor aıtık; asla ses seda da işitemeyince, elebaşıları: “Bu şekilde korkup kaçacak ne vardı sanki!” demiş. Adamlarından birisini yollayarak: “Git de şu evi bir kolaçan et bakalım!” demiş. Yollamış olduğu adam da gidip bakmış ki evde çıt yok. Mutfağa girip ışık yakacak olmuş; ama kedinin çakmak çakmak gözlerini yanan iki kömür parçası sanmış, kibriti bu gözlere uzatıp yakmak istemiş. Kedi asla şakaya gelir mi? Pııh yapmış olup haydutun üstüne atlamış olduğu şeklinde yüzünü gözünü tırmık içinde bırakmış. Insanın da korkudan yüreği ağzına gelmiş, derhal tabanları kaldırıp arka kapıdan kaçmaya davranmış. Ama kapının arkasında kıvrılmış yatan köpek, sıçradığı şeklinde dişlerini geçirmiş ayağına. Adam köpekten kurtulmuş da gübre yığınının yanından geçiyormuş, bu kez eşek okkalı bir tekme yapıştırmaz mı! Derken gürültüye uyanan horoz, tünediği yerden “Üürü ülı üüüü! diye ötmeye başlamaz mı!
Bunun üstüne haydut, var gücüyle koşup arkadaşlarının yanına gelmiş. “Sormayın,” demiş. “Eve korkulu bir cadı girip yerleşmiş. Berti görünce nefesini yüzüme üfledi, uzun uzun tırnaklarıyla suratımı tırmık içinde bıraktı. Kapının önünde de bıçaklı bir adam dikiliyordu, bıçağını bacağıma saplayıverdi. Avluda ise kapkara bir canavarla karşılaştım, tahtadan bir topuzla üzerime hücum etti. Çatıda da yargıç oturmuştu: ‘Getirin bana şu herifi!’ diye yukardan seslendi. Ben de çareyi kaçmakta buldum.” Haydutlar bu durumu işitince bundan sonra eve dönmeyi göze alamamışlar. Ama ev Bremenli dört mızıkacı kafadarın bir hoşuna gitmiş, bir hoşuna gitmiş ki, bundan sonra oradan çıkıp da başka yere gitmek istememişler.
YORUMLAR