Evlenme On iki yaşından sonrasında mektebe gönderilmeyen kızlar on dört yaşına kadar başörtüsüz sokağa çıkarılmaz, on dört yaşından sonrasın...
Evlenme
On iki yaşından sonrasında mektebe gönderilmeyen kızlar on dört yaşına kadar başörtüsüz sokağa çıkarılmaz, on dört yaşından sonrasında da yaşmaklanır, ferace giyer, bu yaşta evlenme çağına girmiş olurdu. Görücüler gelip gitmeye ve kızın validesi de çeyiziyle meşgul olmaya başlardı Eski süre bayanları, kızlarının çeyizini derhal çocuk doğduğu andan itibaren tedarike uğraşırlar. Evlerde gömleklik bez dokuyan büyük anneler, halalar bulunurdu.Bu tür şeyler genç kızlara da öğretilirdi, bir teli keten ipliğinden bir teli ipekten incecik kıvır kıvır dokunan ipek kenarlı (hilali) gömlekler, hanım için dokunanların kenarı bir parmak eninde, renkli ipekten. erkeğinde de ak ipekten dokunurdu. Kız çeyizlerinin en başlangıcında gelen kısım bu gömleklerdi,
Bu yazlık gömleklerin kışlıkları, pamuk ipliğinden gene kıvırcık olurak dokunmuş daha kalınca bezlerdi. Bu gömlekler hususi bir tarzda kesilir, dikilirdi.
Bir boy, doğrusu bir ön, bir arka kesildikten sonrasında iki sığıza iki de yen kapağı kesilirdi.
Sığıza, gömlek kolunun üst parçası, yen kapağı, elekten kol ağzına kadar, doğrusu bileğe kadar olan parça, bu bezlerin ipek kenarlarına oya yapılır, sonrasında parçalar bu oyalarla birbirine tutturulurdu. Yaka ve kol ağızları, etekler ibrişimle kıvrılırdı.
Hanım gömleklerinin bu kısımlarına ibrişimle oldukça ince ve zarif oyalar yapıldığı şeklinde gelinlik ve düğünlük gömleklerin bu oyalarına inciler, serpiştirilirdi.
Gelinlik kız olan evlerde bu işler sürekli bir meşgale olarak seve seve yapılırdı.
Güvey gelin iç çamaşırları da bu şekilde bir ihtimamla hazırlanmış olur, eski hanımefendilerin tâbiri veçhile diz basar ak sandıklara doldurulurdu. Bir kızın çeyizinde bu eşyanın sayısı ne kadar çok olursı o denli şereflenirlerdi.
Otuz kırk kat iç çamaşırı eski düğünlerde gelin askısı olarak aygıt odasını süslerdi. Bu iç çamaşırlarını vücuda getiren tezgâhların yanı başlangıcında o evindeki büyük anneden gelin olacak kıza kadar gergeflerde işledikleri makremalar, şerbet peşkirleri, sofra takımları, hep o ellerin mahsulü idi.
Bu nakışlar hâlâ antikacı dükkânlarında, Avrupalılara satılagelmektedir. Bu tür şeyler sarma suzenî, hesap, muşabak denilen tarzlarda işlenen nakışlardı ki, keten ipliğinden dokunmuş kumaşlar üstüne işlenir, kıymetli eşya içinde büyük ninelerden torunlarına kadar intikal ederdi. Bu evlâttan evlâda intikal eden sandık eşyası, yalnız o aile kadınlarının el ile yaptıkları çamaşırlarla, peşkirlere inhisar etmezdi, içinde Hindistan’ın en nefis car şalları (çarşaf şeklinde bürünülen nevidir. Saraylarda va şehirlerde varlıklı aile konaklarında hekime çıktıkları süre bürünürlerdi), Lâhur şalından içi canfes astarlı boy hırkaları, yumuşak ipekten bel şalları, kışın hanımefendilerin yaşmak üstüne örttükleri, adamların boyunlarını doladıkları acem şalları da vardır Oldukça nefis olarak memleketimizde Gürün ve civarında dokunan ve adamların giyindikleri Gürün şalından hırkalar, yelekler, mintanlar da bu eşya içinde idi.
Baslanbaş, diba, allas şeklinde kumaşlara kaplı samur, nafe, vaşak, kokum, feyyüm, cılgava ve servi şeklinde kürklerle, gene büyük ninelerden kalan onların gelinlik, düğünlük emsali ender kumaşlardan yapılmış kenarları gümüş, altın tellerle İşlenmiş entariler ve bunun şeklinde sandık eşyası büyük bir aile serveti vücuda getirirdi.
Eski süre hanımı, büyük ninesinden kalen o kıymetli esvabı giyip bir düğüne gittiği süre gurur hissederdi. Bu his edilen gurur Türk asaletinin bir emaresiydi idi. Varlıklı değildir, orta halli bir ailenin dahi sandık eşyası, gümüş billur avanisi (kap. kaçak) gene evlâttan evlâda intikal edegelen yüzük, küpe, iğne şeklinde mücevharat dar günlerin halaskarı idi. Yalnız İstanbulda değildir vilayetlerimizde de böylelikle nerede ise aynı idi.
YORUMLAR