'Felsefe hep yolda olmaktır' sözüyle anlatılmak istenen nedir? Felsefe her yönüyle bilimi kapsamakla birlikte, sual sorma...
'Felsefe hep yolda olmaktır' sözüyle anlatılmak istenen nedir?
Felsefe her yönüyle bilimi kapsamakla birlikte, sual sorma yöntemiyle bilimden ayrılır.Felsefede cevaplar kadar sorular da önemlidir. Devamlı bir arayış içinde olan Felsefe biliminde, çözümü aranan bir sual öteki suali tetikler ve bu arayış merakı zincirleme bir halde devam eder.O nedenle Felsefede sorular cevaplar kadar hatta cevaplardan daha çok ehemmiyet arzettiği için bu tabir kullanılmıştır!
Sebep: İç başlık düzeni!
"Felsefe yolda olmaktır" sözünü açıklar mısınız?
''Felsefe merak ve hayretten dünyaya gelmiştir'' sözü neyi anlatır?
20! ne anlama gelir?
YOLCU YOLUNDA GEREK
Besim F. Dellaloğlu
Doç. Dr.
Galatasaray üniversitesi
Sosyoloji Kısmı
Felsefeye yönelik en mühim sorulardan biri, felsefenin ne olduğu sorusudur. Aslında her insan etkinliğine yönelik olarak sorulabilecek bir sorudur bu. Sadece, öteki insan etkinliklerine yönelik “nedir?†sorusu, sanki soran özne açısından daha güvenli bir konumdan sorulmuştur. Soran öznenin sordurulmuş olduğu soruya alacağı cevap hakkında çok azca da olsa bir ön tasarımı vardır. Felsefenin neliği sorusu ise tam bir girdaptır. Felsefe, her şeyden ilkin “Felsefe nedir?†sorusuna cevap aramaktır. Doğrusu, felsefenin, bir etkinlik (bazılarına göre bir disiplin) olarak en mühim teması, kendisinin ne olduğu sorusuna cevap aramaktır. Bu aslında, bir anlamda, paradoksaldır. Kendisi hakkında kati bir yargıya hemen hemen ulaşamamış bir özne, ötekiler hakkında iyi mi değerlendirme yapabilir? Çağıl fikir, özne ile nesnenin kategorik ayrımına dayanır. Doğrusu özne nesneden bağımsız olarak, nesne de özneden bağımsız olarak tanımlıdırlar. Bu bir anlamda öznenin ve nesnenin her birinin kendisiyle özdeş bulunduğunu varsaymaktır. Felsefe ise hemen hemen kendisiyle özdeşleşmemiştir şundan dolayı kendisinin tam olarak ne işe yaradığını bilmemektedir. Çağıl fikir açısından bakıldığında, bu durum paradoksal olarak kalmaz hem de patolojik bir durum olarak da görülür. Özneyi oluşturan en mühim kalite kendilik bilincidir. Hatta kendilik bilincini oluşturamamış biri, özne olarak tanımlanamaz. Bu açıdan, felsefe paradoksal ve hatta patolojik bir etkinliktir. Çağıl öznenin, kendi dışındaki tüm dünyayı değerlendirirken kullandığı temel referans kendisidir. Felsefenin ise böylesine bir kendilik bilinci yoktur.
Felsefenin tanımı, metaforik olmakla yazgılıdır. Felsefenin ne olduğu sorusu sadece temsili olarak yanıtlanabilir. Temsil öz değildir fakat onu sadece temsil eder. Her özün değişik temsilleri mümkündür. Ek olarak her temsil özden bir parça taşır. Dolayısıyla her temsil, temsil ettikleri özün hem kendisidir (şundan dolayı ondan bir parça taşır) hem değildir (şundan dolayı onunla özdeş değildir). Felsefenin ne olduğu sorusuna yönelik olarak fikir tarihinde bir çok cevap verilmiştir. Bu tanımların hepsi eksiktir fakat hem de onlar felsefeyi varlık kazandırırlar şundan dolayı felsefe, felsefenin ne işe yaradığını aramaktır. “Felsefe aslında bir sıla hasretidir; her yerde evde olma arzusudur.†Novalis'in bu sözü felsefeyi en iyi niteleyen sözlerden biridir. Jaspers de , kim bilir Novalis'e karşılık vermek için, “Felsefe yolda olmaktır†demiştir. Heidegger ise şu şekilde der: “Eve dönüş ötekiliğe geçiştir.†Wolfe ise Heidegger ile aynı fikirde gibidir: “Eve tekrardan gidemezsiniz.†Lukacs da problemi şu şekilde çözer: “Yola çıkılmıştır, seyahat bitmiştir.â€
Tüm bu sözlerde ortak olarak kullanılan iki temel metafor vardır. Bunlar “ev†ve “yolâ€dur. Ev, sanki durağan(durgun) olmayı, kalıcılığı, sistematikliği, mutlaklığı ima eder. Yol ise, hareketi, değişkenliği, düzensizliği, macerayı imler. Bazılarına göre yol iki ev arasındaki mesafedir. Yol, eve ulaşmak için katlanılması ihtiyaç duyulan bir geçici durumdur. Hatta bu iki kavram, gene metaforik olarak, çelişki ve uyum ile de ilişkilendirilebilir. Diyalektik denince ilk akla gelen kavramlar, sav, karşı sav ve sentezdir. Ve bunlar diyalektiğin aşamaları olarak bilinir. Oysa ki aslında, diyalektiğin iki uğrağı vardır; çelişki ve uyum. Çelişki, sav ile antitezin karşı karşıya oldukları uğraktır. Uyum ise, onların bir bireşim halinde uyuma kavuştukları uğrak. Adorno, kendi negatif diyalektiğini haklı çıkarmak için, diyalektiğin sanki bir tür danışıklı dövüş bulunduğunu ileri sürer. Şu sebeple diyalektikte sanki kalıcı olan uyumdur da, çelişki de ona ulaşmak için birazcık zaman geçirilmesi ihtiyaç duyulan bir mekan. Sanki bir bekleme odası. Hani tıpkı ev ile yol şeklinde. Ev sanki bir uyum mekanıdır. Öznenin hep ulaşmaya çalmış olduğu, içinde kendisini kendisi şeklinde hissettiği, kendisi ile özdeş olduğu, kısaca uyuma kavuştuğu yer. Yol ise, tıpkı çelişki şeklinde, özdeşlikten nasibini almamış, tekin olmayan, yaşanması ihtiyaç duyulan, fakat hem de çabucak bitivermesi ihtiyaç duyulan bir süreçtir.
Felsefenin ne olduğu birazcık da bu yol ile ev ilişkisinin ya da geriliminin iyi mi çözüleceğine bağlıdır. Doğal olarak eğer çözülebilirse. Yok eğer bu sorun çözülemezse, o vakit felsefenin ne olduğu gene belirlenememiş olacaktır. Bu bir yitik mıdır, yoksa kazanç mı? Felsefe mekansallaştırılabilir mi? Felsefe bir eve ulaşabilir mi? O evde uzun süre ikamet edebilir mi? Orada mutlu olabilir mi? Felsefe refah bulabilir mi? Huzura ulaşmış felsefeye artık felsefe denebilir mi?
Bu sözler içinde en net olan Jaspers'in sözüdür. Felsefe yolda olmaktır; hiçbir yere yerleşememektir; devamlı bir maceradır. Felsefe yersiz yurtsuzluktur; amansız bir göçebeliktir. Felsefe evine hiçbir vakit ulaşamaz. Felsefe bir tek aramaktır; aradığını bulamayacağı bile bile aramaktır. Felsefe hakikate varamaz; o hep noksan olmakla yazgılıdır. Jaspers haklıdır. Novalis'in sözü ise sanki, Jaspers'in sözünün karşıtı bir anlam taşıyormuş gibidir. Felsefe evde olmak ister. Doğrusu mutlak olana, hakikate varmak ister. Sadece gözden kaçırılmaması ihtiyaç duyulan şey, Novalis'in sözünde “eve dönmenin†ya da “evde olmanın†bir arzu olarak tanımlanmasıdır. Aslında Novalis'e nazaran de, tıpkı Jaspers de olduğu şeklinde felsefeci bir yolcudur. Felsefeci sıla hasretine mahkumdur. Sadece bu amansız yolcu, bir taraftan da, eve dönmek, evde olmak ister. Ev haricinde evde olmak mümkün değildir. Novalis'in sözünde bu açmazın bir itirafı sözkonusudur. Novalis'e nazaran, felsefe yolcu olmakla, evde olma arzusunun biraradalığıdır. Filozofun evi otel odalarıdır. Otel odası hem evdir hem değildir. Otel odasında genel anlamda valizinizi hazır ettikten sonrasında uyursunuz. Gece yatağa girerken, sabah gideceğinizi bilirsiniz. Ertesi sabah olmasa bile bir sonraki sabah ya da bir sabah. Doğrusu Novalis de haklıdır. Heidegger ise, bir adım daha ileri gider ve eve dönülse bile özdeşliğin mümkün olmadığını ifade eder. Eve dönebilse bile felsefeci artık yola çıkan kişiyle aynı değildir. Dolayısıyla dönülebilecek bir ev yoktur artık. Her insanın yolu kendi evidir. Eve dönen artık başka biridir; ötekidir. Heidegger de haklıdır. Wolfe sanki Heidegger ile aynı fikir gibidir. Aslında gidilecek bir ev bile yoktur. Lukacs ise işi fazla uzatmaz. Daha yola çıkıldığında seyahat bitmiştir. Road to nowhere! Bırakın evi, gidilecek bir yer de yoktur aslında.
Hakikat, zannedildiği şeklinde, bizim dışımızda, tarafımızdan keşfedilmeyi bekleyen bir şey değildir. Hakikat daha çok bizim oluşturduğumuz, oluşmasına katkıda bulunduğumuz bir şeydir. Hakikat bir olasılıktır; bizim olduğumuz, olabileceğimiz, olmak istediğimiz şeydir. Hakikat bir çok vakit varılmak istenen bir yer şeklinde düşünülür. Fakat aslında hakikat yolculuğun ta kendisidir. Felsefe bir mucizenin ardında olmaktır. Felsefe hem hakikat arayışıdır hem de hakikate ulaşılamazlığın göstergesidir. Felsefe, bugün hala var ise, aradığını bulamadığı içindir. Bu eksiklik, tamamlanmamışlık niteliği felsefeyi hem erteler hem de mümkün kılar. Erteleme, hem sonraya atma hem de vazgeçmemedir. Hakikat evden çok yoldur.
Felsefe ilk felsefeci Thales'in kimliğinde kendi trajedisini bulur. Thales'e atfedilen iki öykü vardır. İlkinde Platon Theaitetus diyalogunda Thales'i yıldızları incelerken önünde bulunan kuyuyu görmeyerek içine düşen, dalgın, dış dünyadan tamamen uzak biri olarak takdim eder. İkincisinde Aristoteles ilkine nazaran tamamen değişik bir Thales portresi çizer ve onu vurgunculuk ustası başarı göstermiş bir iş adamı olarak gösterir. Thales, rivayete nazaran, bir zeytin yılını evvel keşfederek tüm parasını zeytinyağı makinelerine yatırmış ve o yıl ürün bolca olunca bu makineleri fahiş fiyattan kiralayarak büyük bir servet edinmiştir. Aslında Thales'e atfedilen birbirlerine tam anlamıyla zıt bu iki kalite felsefenin kendisine aittir. Felsefe ilk filozofun kaderinden, ilk felsefeci da felsefenin günahından kurtulamamıştır. Felsefenin trajedisi ufka bakarken önündeki çukuru görüp görmemekle, çukuru doldururken ufku yitirip yitirmemek içinde kalmasıdır. Felsefe daima ufka dairdir. Ufuk hep önde, fakat ulaşılmazdır. Felsefeci ne kadar yaklaşmaya çalışırsa çalışsın, o hep uzakta kalır. Şu sebeple adı üstünde o ufuktur. Yeryüzüyle gökyüzünün birleştiği nokta. Sadece hepimiz bilir ki, aslında ufuk yoktur, şundan dolayı yeryüzüyle sema gerçekte hiçbir vakit birleşmez. O halde felsefe nafile bir uğraştır. Varolmadığı malum bir şeyin peşinden koşmaktır. Felsefe hem de şimdiye dairdir. Felsefenin bu iki kimliği birbirinden kopuk değildir tıpkı Thales'de birleştikleri şeklinde. Çukurları dolduracak en verimli toprak ufuktan devşirilir. Gerçekte varolmayan ufuk böylece çok büyük iş görür. Felsefenin trajedisi ona yakışır; hatta onu ölümsüz kılar. Varolmayanın ardındaki felsefe, kendini gerçekleştirmek ister, fakat bunu hiçbir vakit başaramaz. Bu da onun en zayıf ve kuvvetli noktasıdır. Gerçekleşmek felsefenin ölüm fermanıdır; ölümsüzlüğü de asla gerçekleşmeyerek kazanır.
Freud, insan ruhunu üç bölüme ya da etkinliğe bölmüştür; diğeri iki parçayı denetlemeye yarayan süper-ego; bilgili arzuların alanı ego ve bilinçdışı güçlerin karanlık odası id. John Fowles'a nazaran ise buna dördüncü bir unsur eklenebilir; nemo. Kastedilen bir tek “hiçkimse†değil, hem de asla kimse olma durumu, hiçkimseliktir. Süper-ego, ego ve id en azından insanoğlunun benliğine büyük seviyede elverişli görünürler ve hem bireyselliği hem de türü korumaya yardım ederler. Fakat nemo kamptaki düşmandır. Bendeki ötekidir. Nemo, bir insanoğlunun kendi boşunalığının ve geçiciliğinin bilincinde olmasına işaret eder. İnsanın göreliliğine, hiçliğine bilincinde yer vermesidir. İroni, John Fowles'in nemo teriminde olduğu şeklinde, öznenin ötekini içine almasıdır sanki.[1] Hiçkimse bir hiçkimse olmak istemez. Tüm edimlerimiz kısmen yüreğimizin derinliğinde hissettiğimiz boşluğu doldurmak ya da maskelemek için tasarlanır. İronik konum tüm bunlara tahammül etmektir, bunlarla beraber yaşamaktır. Nemo özneyi her türlü rüzgara duyarlı hale getirir.
Nemo, ego kadar mecburi, evrimleştirici bir güçtür. Ego, kesinliktir, olduğum şeydir; nemo gizilliktir, olmadığım şeydir. İroni ise bu ikisinin birlikteliğidir.[2] İroni kendini inşa eden özne için bir olanaktır. Bir yaşam seçimi olarak ironi, tekil bir kimlikten çoğul bir kimliğe oluşturulan bir kapıdır. Özne, ironiyle olduğundan değişik görünebilir. İroni özneyi özgürleştirir. İronik kimlik özdeşliğin farklılığa dönüşmesini sağlar. Yaşamının tüm eleştiri dönemeçlerinde aklıyla davranmış biri için duygularıyla alınmış eleştiri bir karar ironik bir durumdur. İroni öznenin hem akılcı hem duygusal, hem iyi hem fena, hem acımasız hem vicdanlı olabilmesini sağlar. Çağıl yaşam içinde özne için en güvenli sığınaklardan biri ironidir. İroni, öznenin bir ayağı devamlı olarak kendilik bilincinde kalmış olarak öteki ayağıyla değişik kimlikler içinde dolaşabilmesidir. Eğer öznenin ayaklarından biri bu değişik kimliklerden birinde takılıp kalırsa ve geri dönemezse ironi kontrolden çıkar.
Bu nokta, hem de ironinin melankoliye ve kim bilir daha ötesine açıldığı noktadır. Melankolinin aslı durağan(durgun) kalamamaktır; devamlı dönüşüm halinde olmaktır. Melankoli, yaşamın öznesi ya da nesnesi olmaya gönülsüz olmaktır. Kim bilir melankoli, bir hastalık değil, bir olanaktır; bir yaşamla başa çıkma biçimidir. Melankolik özne, tıpkı bir sanatçı şeklinde, yaşamını tasarlayan bir öznedir. Melankolikler yaşama eğilirler, yaşama hakim olmak istemezler. Melankoli, kederin ya da elemin refakatinde yaşamaktır. Melankoli bir tür ertelemedir. Ne kabuldür ne vazgeçiş. Melankoli hem de bir tür ısrardır. Hem kabuldür hem de vazgeçiş.[3]
Günümüzde melankoli pek kullanılmayan bir terim kavram haline gelmiştir. Bugün artık söz mevzusu olan depresyondur. Melankoli de sanki, depresyonun arkaik bir biçimidir. Oysa, kim bilir melankoli depresyonla aynı şey değildir. Melankoli kim bilir depresyonun ilacıdır. Melankoli, içedönük bir ara veriştir, insanı yeni olana, yeni bir yaşama ve yeni etkinliklere hazırlar.[4] Aristoteles'in sordurulmuş olduğu sual pek de kolay unutulmuştur sanki, “Filozof olsun, devlet adamı, ozan ya da sanatçı olsun niçin tüm üstün nitelikli insanoğlu belirgin bir halde melankoliktir?†Felsefenin melankoliyle ilgisi tam da bu noktadadır. Felsefe melankolik özneler ister. Felsefe sadece melankolik bir zeminde mümkündür. Mutlak düzgüsel ve mutlak anormal zemin felsefeye uygun değildir. Felsefe “normal bir anomaliâ€[5]ye kısaca melankoliye gereksinim duyar. Felsefeci bir ayağı normalde, diğeri anormalde yaşayandır. Yerin kayganlığı felsefeyi mümkün kılar. Islak zeminde ayakta durma çabası dışardan, uzaktan dansmış şeklinde görünür. Kimileri de felsefeyi “Nietzsche'nin dansı†olarak tanımlıyor aslına bakarsanız.
Melankolik tutarlı, bütünlüklü bir kimliğe haiz değildir. Kim-lik bir tek özdeşlik değildir, hem de farklılıktır. Lügatımızda “kim-lik†sözcüğü bir sual barındırır. Kim? Batı dillerinde ise, kimlik özdeşliktir, aynılıktır. Türkçede kim-lik bir huzursuzluğa açılır. Batı dillerinde ise huzura kapanır. Aslında kimlik her ikisini de ihtiva eder. Kim bilir üniter bir özne mevcut değildir. Kim bilir her kim-lik bir federasyondur. Melankolik, federatif bir kimliğe haizdir. Kim bilir her kimlik bir konfederasyondur. Şizofrenik, konfederatif bir kimliğe haizdir.
Hekimlerin bir kısmı sigara içer, bir kısmı içmez. Sadece tüm hekimler hastalarına sigara içmemeyi tavsiye eder. Sigara içmeyen hekimlerin, hastalarına sigara içmemeyi önermelerinde bir mesele yoktur. Fakat ya sigara içen hekimler? Onların aynı şeyi yapması bir tutarsızlık mıdır? Hekimin sorumluluğu tutarlı olmak değil, hastasını iyileştirmektir. Sadece gene de sigara içen hekimler hastalarına sigara içmemeyi önerirken sigara içmezler çoğu zaman. Bunun sebebi bir tek inandırıcılığı yitirmemektir. Aynı şey ruh hekimi için de geçerlidir. Bir ruh hekimi, hastasına önerdiklerini kendi yaşamında uygulamakla yükümlü değildir. Hekimin yapmış olduğu işle, kendi varoluşu içinde bir koşutluk zorunluluğu yoktur. Doktor, hekimlik yaparken kendisi olmak zorunda değildir. Fakat ya felsefeci? Filozofun kendisi olmadığı bir an var mıdır? Felsefeci hep filozoftur; günde yirmi dört saat, haftada yedi gün, yılda elli iki hafta. Daha ilkin de ifade edilmiş olduğu şeklinde, felsefenin temel düşünüm nesnesi kendisidir. Felsefeci felsefesine dahildir ya da felsefesi filozofun ta kendisidir. Felsefeci, kendini felsefeyle ortaya koyandır; felsefe onun kimliğidir. Ve bu kimlik melankolik, hatta şizofreniktir.
Her felsefe ilk olarak felsefeye dairdir. Her felsefe birazcık felsefenin felsefesidir. Felsefe mesele çözmekten çok mesele yaratır. Felsefe tarihinde hiçbir probleminin tam olarak çözüldüğü görülmemiştir. Felsefe zamanı çizgisel değil döngüseldir. Felsefe philosophia perennis'tir; kısaca hep tekrardan felsefe. Bunun en güzel ifadesi Whitehead'in bir sözüdür. Şöyleki der Whitehead: “Tüm felsefe zamanı Platon'a dipnottur.†Felsefe hala Platon'u aşamamıştır. Bu bile tek başına yeterince depresif bir durumdur.
Depresyon tıbbi bir terimdir, melankoli ise felsefi. Doktor depresyonu aşmak ister. Felsefeci ise melankoliye tutunur. Doktor koltuktaki, felsefeci divandakidir. Hekimin mesleki düşünümü araçsaldır. Dolayısıyla o, daima, düşündüğünün bilincinde değildir. Felsefeci ise, ne yazık, daima düşündüğünün bilincindedir. Filozofun işi düşünmektir. Melankoliğin de. Felsefeci nedensiz düşünür. Melankolik de. Melankoli filozofun alın yazısıdır. Bir arkadaşımın bana bigün şu şekilde söylediğini hatırlıyorum: “Su içerken bile su içtiğimin bilincindeyimâ€. Böylesi bir şahıs ya bir filozoftur ya da bir melankolik. Kim bilir ikisi birden.
Yolculuğa dönüş bileti olmadan çıkılır. Diğeri türlüsü gezim olur. Gezgin kendini ve dünyasını evinde bırakarak çıkar. Yolcu ise kendini ve tüm dünyasını valizine sığdırır. Yolcu dönmek için yola çıkmayandır. Seyahat, hep dönerek durmaktır. Dönüş bileti turistin kendilik bilincidir. Yolcunun kendilik bilinci ise yolun ta kendisidir. Gezgin yolda “ötekiâ€ni arar, yolcu ise kendini. Gezgin hep “tipik†olanla ilgilenir. Şu sebeple “tipik†olan hep “ötekiâ€dir. Kendisi ise “farklıâ€dır. Yolcu ise hem kendisi hem ötekidir. Yolcu “kendiâ€nin “ötekiâ€lerden oluştuğunu bilendir. Yolcu kendinde ötekini, ötekinde kendini arayandır. Yolcu arar. Gezgin bulur. Aramak ile bulmak içinde bir ilgi yoktur. Bulanlar genel anlamda aramayanlardır. Arayanlar ise bul(a)mayanlar. Mesela Hegel bir evcidir. Şöyleki der: “…artık evimizdeyiz ve fırtınalı bir denizde uzun bir yolculuktan sonrasında bir denizcinin yapması gerektiği şeklinde, görünen sahili selamlamalıyız.â€[6] Nietzsche ise tam bir yolcudur: “Karayı terk ettik ve gemilere bindik! Arkamızdaki köprüleri yıktık ve daha da önemlisi karayı gerilerde bıraktık! Şimdi, ufak vapur! İlerlere bak!...Artık ‘kara' yok!â€[7] Sadece Hegel bile Tarih ve Akıl'da yolun melankolikliğini teslim eder: “Her yolcu (bu) melankoliyi duymuştur.â€[8]
Felsefeci yolcudur. Melankolik de. Şizofrenik de. Melankolik arada sırada da olsa bir evi özler. Şizofreniğin ise özleyecek bir evi bile yoktur. “Felsefe yolda olmaktır†demek filozofun melankolikliğini iddia etmektir. Dönülecek bir evin bile yokluğu, benliğin ötekiliğe, hiçkimseliğe, hiçliğe dokunması aslında şizofreniye dairdir. Dolayısıyla Novalis ve Jaspers felsefeyi melankoliyle, Heidegger ile Wolfe da sanki şizofreniyle ilişkilendirirler. Her seyahat bir isyandır. Huzura, özdeşliğe tahammülsüzlüktür. Özdeşsizliğe özlemdir. Felsefe kimi zaman hatta bir çok vakit gidecek bir yeri olmadan yola çıkmaktır. Yalnız seyahat için. Yolun hakkını vermek için. Felsefenin hakikati daha çok tenha otel odalarıdır. Felsefeci otelde, o otele giriş yaparken resepsiyoncunun “Ne kadar kalacaksınız?†sorusuna verdiği yanıttan çoğu zaman daha azca kalır. Sebebi sorulduğunda da tek bir yanıtı vardır: “Yolcu yolunda gerekâ€.
Besim F. Dellaloğlu
Galatasaray üniversitesi
Sosyoloji Kısmı
Felsefeye yönelik en mühim sorulardan biri, felsefenin ne olduğu sorusudur. Aslında her insan etkinliğine yönelik olarak sorulabilecek bir sorudur bu. Sadece, öteki insan etkinliklerine yönelik “nedir?†sorusu, sanki soran özne açısından daha güvenli bir konumdan sorulmuştur. Soran öznenin sordurulmuş olduğu soruya alacağı cevap hakkında çok azca da olsa bir ön tasarımı vardır. Felsefenin neliği sorusu ise tam bir girdaptır. Felsefe, her şeyden ilkin “Felsefe nedir?†sorusuna cevap aramaktır. Doğrusu, felsefenin, bir etkinlik (bazılarına göre bir disiplin) olarak en mühim teması, kendisinin ne olduğu sorusuna cevap aramaktır. Bu aslında, bir anlamda, paradoksaldır. Kendisi hakkında kati bir yargıya hemen hemen ulaşamamış bir özne, ötekiler hakkında iyi mi değerlendirme yapabilir? Çağıl fikir, özne ile nesnenin kategorik ayrımına dayanır. Doğrusu özne nesneden bağımsız olarak, nesne de özneden bağımsız olarak tanımlıdırlar. Bu bir anlamda öznenin ve nesnenin her birinin kendisiyle özdeş bulunduğunu varsaymaktır. Felsefe ise hemen hemen kendisiyle özdeşleşmemiştir şundan dolayı kendisinin tam olarak ne işe yaradığını bilmemektedir. Çağıl fikir açısından bakıldığında, bu durum paradoksal olarak kalmaz hem de patolojik bir durum olarak da görülür. Özneyi oluşturan en mühim kalite kendilik bilincidir. Hatta kendilik bilincini oluşturamamış biri, özne olarak tanımlanamaz. Bu açıdan, felsefe paradoksal ve hatta patolojik bir etkinliktir. Çağıl öznenin, kendi dışındaki tüm dünyayı değerlendirirken kullandığı temel referans kendisidir. Felsefenin ise böylesine bir kendilik bilinci yoktur.
Felsefenin tanımı, metaforik olmakla yazgılıdır. Felsefenin ne olduğu sorusu sadece temsili olarak yanıtlanabilir. Temsil öz değildir fakat onu sadece temsil eder. Her özün değişik temsilleri mümkündür. Ek olarak her temsil özden bir parça taşır. Dolayısıyla her temsil, temsil ettikleri özün hem kendisidir (şundan dolayı ondan bir parça taşır) hem değildir (şundan dolayı onunla özdeş değildir). Felsefenin ne olduğu sorusuna yönelik olarak fikir tarihinde bir çok cevap verilmiştir. Bu tanımların hepsi eksiktir fakat hem de onlar felsefeyi varlık kazandırırlar şundan dolayı felsefe, felsefenin ne işe yaradığını aramaktır. “Felsefe aslında bir sıla hasretidir; her yerde evde olma arzusudur.†Novalis'in bu sözü felsefeyi en iyi niteleyen sözlerden biridir. Jaspers de , kim bilir Novalis'e karşılık vermek için, “Felsefe yolda olmaktır†demiştir. Heidegger ise şu şekilde der: “Eve dönüş ötekiliğe geçiştir.†Wolfe ise Heidegger ile aynı fikirde gibidir: “Eve tekrardan gidemezsiniz.†Lukacs da problemi şu şekilde çözer: “Yola çıkılmıştır, seyahat bitmiştir.â€
Tüm bu sözlerde ortak olarak kullanılan iki temel metafor vardır. Bunlar “ev†ve “yolâ€dur. Ev, sanki durağan(durgun) olmayı, kalıcılığı, sistematikliği, mutlaklığı ima eder. Yol ise, hareketi, değişkenliği, düzensizliği, macerayı imler. Bazılarına göre yol iki ev arasındaki mesafedir. Yol, eve ulaşmak için katlanılması ihtiyaç duyulan bir geçici durumdur. Hatta bu iki kavram, gene metaforik olarak, çelişki ve uyum ile de ilişkilendirilebilir. Diyalektik denince ilk akla gelen kavramlar, sav, karşı sav ve sentezdir. Ve bunlar diyalektiğin aşamaları olarak bilinir. Oysa ki aslında, diyalektiğin iki uğrağı vardır; çelişki ve uyum. Çelişki, sav ile antitezin karşı karşıya oldukları uğraktır. Uyum ise, onların bir bireşim halinde uyuma kavuştukları uğrak. Adorno, kendi negatif diyalektiğini haklı çıkarmak için, diyalektiğin sanki bir tür danışıklı dövüş bulunduğunu ileri sürer. Şu sebeple diyalektikte sanki kalıcı olan uyumdur da, çelişki de ona ulaşmak için birazcık zaman geçirilmesi ihtiyaç duyulan bir mekan. Sanki bir bekleme odası. Hani tıpkı ev ile yol şeklinde. Ev sanki bir uyum mekanıdır. Öznenin hep ulaşmaya çalmış olduğu, içinde kendisini kendisi şeklinde hissettiği, kendisi ile özdeş olduğu, kısaca uyuma kavuştuğu yer. Yol ise, tıpkı çelişki şeklinde, özdeşlikten nasibini almamış, tekin olmayan, yaşanması ihtiyaç duyulan, fakat hem de çabucak bitivermesi ihtiyaç duyulan bir süreçtir.
Felsefenin ne olduğu birazcık da bu yol ile ev ilişkisinin ya da geriliminin iyi mi çözüleceğine bağlıdır. Doğal olarak eğer çözülebilirse. Yok eğer bu sorun çözülemezse, o vakit felsefenin ne olduğu gene belirlenememiş olacaktır. Bu bir yitik mıdır, yoksa kazanç mı? Felsefe mekansallaştırılabilir mi? Felsefe bir eve ulaşabilir mi? O evde uzun süre ikamet edebilir mi? Orada mutlu olabilir mi? Felsefe refah bulabilir mi? Huzura ulaşmış felsefeye artık felsefe denebilir mi?
Bu sözler içinde en net olan Jaspers'in sözüdür. Felsefe yolda olmaktır; hiçbir yere yerleşememektir; devamlı bir maceradır. Felsefe yersiz yurtsuzluktur; amansız bir göçebeliktir. Felsefe evine hiçbir vakit ulaşamaz. Felsefe bir tek aramaktır; aradığını bulamayacağı bile bile aramaktır. Felsefe hakikate varamaz; o hep noksan olmakla yazgılıdır. Jaspers haklıdır. Novalis'in sözü ise sanki, Jaspers'in sözünün karşıtı bir anlam taşıyormuş gibidir. Felsefe evde olmak ister. Doğrusu mutlak olana, hakikate varmak ister. Sadece gözden kaçırılmaması ihtiyaç duyulan şey, Novalis'in sözünde “eve dönmenin†ya da “evde olmanın†bir arzu olarak tanımlanmasıdır. Aslında Novalis'e nazaran de, tıpkı Jaspers de olduğu şeklinde felsefeci bir yolcudur. Felsefeci sıla hasretine mahkumdur. Sadece bu amansız yolcu, bir taraftan da, eve dönmek, evde olmak ister. Ev haricinde evde olmak mümkün değildir. Novalis'in sözünde bu açmazın bir itirafı sözkonusudur. Novalis'e nazaran, felsefe yolcu olmakla, evde olma arzusunun biraradalığıdır. Filozofun evi otel odalarıdır. Otel odası hem evdir hem değildir. Otel odasında genel anlamda valizinizi hazır ettikten sonrasında uyursunuz. Gece yatağa girerken, sabah gideceğinizi bilirsiniz. Ertesi sabah olmasa bile bir sonraki sabah ya da bir sabah. Doğrusu Novalis de haklıdır. Heidegger ise, bir adım daha ileri gider ve eve dönülse bile özdeşliğin mümkün olmadığını ifade eder. Eve dönebilse bile felsefeci artık yola çıkan kişiyle aynı değildir. Dolayısıyla dönülebilecek bir ev yoktur artık. Her insanın yolu kendi evidir. Eve dönen artık başka biridir; ötekidir. Heidegger de haklıdır. Wolfe sanki Heidegger ile aynı fikir gibidir. Aslında gidilecek bir ev bile yoktur. Lukacs ise işi fazla uzatmaz. Daha yola çıkıldığında seyahat bitmiştir. Road to nowhere! Bırakın evi, gidilecek bir yer de yoktur aslında.
Hakikat, zannedildiği şeklinde, bizim dışımızda, tarafımızdan keşfedilmeyi bekleyen bir şey değildir. Hakikat daha çok bizim oluşturduğumuz, oluşmasına katkıda bulunduğumuz bir şeydir. Hakikat bir olasılıktır; bizim olduğumuz, olabileceğimiz, olmak istediğimiz şeydir. Hakikat bir çok vakit varılmak istenen bir yer şeklinde düşünülür. Fakat aslında hakikat yolculuğun ta kendisidir. Felsefe bir mucizenin ardında olmaktır. Felsefe hem hakikat arayışıdır hem de hakikate ulaşılamazlığın göstergesidir. Felsefe, bugün hala var ise, aradığını bulamadığı içindir. Bu eksiklik, tamamlanmamışlık niteliği felsefeyi hem erteler hem de mümkün kılar. Erteleme, hem sonraya atma hem de vazgeçmemedir. Hakikat evden çok yoldur.
Felsefe ilk felsefeci Thales'in kimliğinde kendi trajedisini bulur. Thales'e atfedilen iki öykü vardır. İlkinde Platon Theaitetus diyalogunda Thales'i yıldızları incelerken önünde bulunan kuyuyu görmeyerek içine düşen, dalgın, dış dünyadan tamamen uzak biri olarak takdim eder. İkincisinde Aristoteles ilkine nazaran tamamen değişik bir Thales portresi çizer ve onu vurgunculuk ustası başarı göstermiş bir iş adamı olarak gösterir. Thales, rivayete nazaran, bir zeytin yılını evvel keşfederek tüm parasını zeytinyağı makinelerine yatırmış ve o yıl ürün bolca olunca bu makineleri fahiş fiyattan kiralayarak büyük bir servet edinmiştir. Aslında Thales'e atfedilen birbirlerine tam anlamıyla zıt bu iki kalite felsefenin kendisine aittir. Felsefe ilk filozofun kaderinden, ilk felsefeci da felsefenin günahından kurtulamamıştır. Felsefenin trajedisi ufka bakarken önündeki çukuru görüp görmemekle, çukuru doldururken ufku yitirip yitirmemek içinde kalmasıdır. Felsefe daima ufka dairdir. Ufuk hep önde, fakat ulaşılmazdır. Felsefeci ne kadar yaklaşmaya çalışırsa çalışsın, o hep uzakta kalır. Şu sebeple adı üstünde o ufuktur. Yeryüzüyle gökyüzünün birleştiği nokta. Sadece hepimiz bilir ki, aslında ufuk yoktur, şundan dolayı yeryüzüyle sema gerçekte hiçbir vakit birleşmez. O halde felsefe nafile bir uğraştır. Varolmadığı malum bir şeyin peşinden koşmaktır. Felsefe hem de şimdiye dairdir. Felsefenin bu iki kimliği birbirinden kopuk değildir tıpkı Thales'de birleştikleri şeklinde. Çukurları dolduracak en verimli toprak ufuktan devşirilir. Gerçekte varolmayan ufuk böylece çok büyük iş görür. Felsefenin trajedisi ona yakışır; hatta onu ölümsüz kılar. Varolmayanın ardındaki felsefe, kendini gerçekleştirmek ister, fakat bunu hiçbir vakit başaramaz. Bu da onun en zayıf ve kuvvetli noktasıdır. Gerçekleşmek felsefenin ölüm fermanıdır; ölümsüzlüğü de asla gerçekleşmeyerek kazanır.
Freud, insan ruhunu üç bölüme ya da etkinliğe bölmüştür; diğeri iki parçayı denetlemeye yarayan süper-ego; bilgili arzuların alanı ego ve bilinçdışı güçlerin karanlık odası id. John Fowles'a nazaran ise buna dördüncü bir unsur eklenebilir; nemo. Kastedilen bir tek “hiçkimse†değil, hem de asla kimse olma durumu, hiçkimseliktir. Süper-ego, ego ve id en azından insanoğlunun benliğine büyük seviyede elverişli görünürler ve hem bireyselliği hem de türü korumaya yardım ederler. Fakat nemo kamptaki düşmandır. Bendeki ötekidir. Nemo, bir insanoğlunun kendi boşunalığının ve geçiciliğinin bilincinde olmasına işaret eder. İnsanın göreliliğine, hiçliğine bilincinde yer vermesidir. İroni, John Fowles'in nemo teriminde olduğu şeklinde, öznenin ötekini içine almasıdır sanki.[1] Hiçkimse bir hiçkimse olmak istemez. Tüm edimlerimiz kısmen yüreğimizin derinliğinde hissettiğimiz boşluğu doldurmak ya da maskelemek için tasarlanır. İronik konum tüm bunlara tahammül etmektir, bunlarla beraber yaşamaktır. Nemo özneyi her türlü rüzgara duyarlı hale getirir.
Nemo, ego kadar mecburi, evrimleştirici bir güçtür. Ego, kesinliktir, olduğum şeydir; nemo gizilliktir, olmadığım şeydir. İroni ise bu ikisinin birlikteliğidir.[2] İroni kendini inşa eden özne için bir olanaktır. Bir yaşam seçimi olarak ironi, tekil bir kimlikten çoğul bir kimliğe oluşturulan bir kapıdır. Özne, ironiyle olduğundan değişik görünebilir. İroni özneyi özgürleştirir. İronik kimlik özdeşliğin farklılığa dönüşmesini sağlar. Yaşamının tüm eleştiri dönemeçlerinde aklıyla davranmış biri için duygularıyla alınmış eleştiri bir karar ironik bir durumdur. İroni öznenin hem akılcı hem duygusal, hem iyi hem fena, hem acımasız hem vicdanlı olabilmesini sağlar. Çağıl yaşam içinde özne için en güvenli sığınaklardan biri ironidir. İroni, öznenin bir ayağı devamlı olarak kendilik bilincinde kalmış olarak öteki ayağıyla değişik kimlikler içinde dolaşabilmesidir. Eğer öznenin ayaklarından biri bu değişik kimliklerden birinde takılıp kalırsa ve geri dönemezse ironi kontrolden çıkar.
Bu nokta, hem de ironinin melankoliye ve kim bilir daha ötesine açıldığı noktadır. Melankolinin aslı durağan(durgun) kalamamaktır; devamlı dönüşüm halinde olmaktır. Melankoli, yaşamın öznesi ya da nesnesi olmaya gönülsüz olmaktır. Kim bilir melankoli, bir hastalık değil, bir olanaktır; bir yaşamla başa çıkma biçimidir. Melankolik özne, tıpkı bir sanatçı şeklinde, yaşamını tasarlayan bir öznedir. Melankolikler yaşama eğilirler, yaşama hakim olmak istemezler. Melankoli, kederin ya da elemin refakatinde yaşamaktır. Melankoli bir tür ertelemedir. Ne kabuldür ne vazgeçiş. Melankoli hem de bir tür ısrardır. Hem kabuldür hem de vazgeçiş.[3]
Günümüzde melankoli pek kullanılmayan bir terim kavram haline gelmiştir. Bugün artık söz mevzusu olan depresyondur. Melankoli de sanki, depresyonun arkaik bir biçimidir. Oysa, kim bilir melankoli depresyonla aynı şey değildir. Melankoli kim bilir depresyonun ilacıdır. Melankoli, içedönük bir ara veriştir, insanı yeni olana, yeni bir yaşama ve yeni etkinliklere hazırlar.[4] Aristoteles'in sordurulmuş olduğu sual pek de kolay unutulmuştur sanki, “Filozof olsun, devlet adamı, ozan ya da sanatçı olsun niçin tüm üstün nitelikli insanoğlu belirgin bir halde melankoliktir?†Felsefenin melankoliyle ilgisi tam da bu noktadadır. Felsefe melankolik özneler ister. Felsefe sadece melankolik bir zeminde mümkündür. Mutlak düzgüsel ve mutlak anormal zemin felsefeye uygun değildir. Felsefe “normal bir anomaliâ€[5]ye kısaca melankoliye gereksinim duyar. Felsefeci bir ayağı normalde, diğeri anormalde yaşayandır. Yerin kayganlığı felsefeyi mümkün kılar. Islak zeminde ayakta durma çabası dışardan, uzaktan dansmış şeklinde görünür. Kimileri de felsefeyi “Nietzsche'nin dansı†olarak tanımlıyor aslına bakarsanız.
Melankolik tutarlı, bütünlüklü bir kimliğe haiz değildir. Kim-lik bir tek özdeşlik değildir, hem de farklılıktır. Lügatımızda “kim-lik†sözcüğü bir sual barındırır. Kim? Batı dillerinde ise, kimlik özdeşliktir, aynılıktır. Türkçede kim-lik bir huzursuzluğa açılır. Batı dillerinde ise huzura kapanır. Aslında kimlik her ikisini de ihtiva eder. Kim bilir üniter bir özne mevcut değildir. Kim bilir her kim-lik bir federasyondur. Melankolik, federatif bir kimliğe haizdir. Kim bilir her kimlik bir konfederasyondur. Şizofrenik, konfederatif bir kimliğe haizdir.
Hekimlerin bir kısmı sigara içer, bir kısmı içmez. Sadece tüm hekimler hastalarına sigara içmemeyi tavsiye eder. Sigara içmeyen hekimlerin, hastalarına sigara içmemeyi önermelerinde bir mesele yoktur. Fakat ya sigara içen hekimler? Onların aynı şeyi yapması bir tutarsızlık mıdır? Hekimin sorumluluğu tutarlı olmak değil, hastasını iyileştirmektir. Sadece gene de sigara içen hekimler hastalarına sigara içmemeyi önerirken sigara içmezler çoğu zaman. Bunun sebebi bir tek inandırıcılığı yitirmemektir. Aynı şey ruh hekimi için de geçerlidir. Bir ruh hekimi, hastasına önerdiklerini kendi yaşamında uygulamakla yükümlü değildir. Hekimin yapmış olduğu işle, kendi varoluşu içinde bir koşutluk zorunluluğu yoktur. Doktor, hekimlik yaparken kendisi olmak zorunda değildir. Fakat ya felsefeci? Filozofun kendisi olmadığı bir an var mıdır? Felsefeci hep filozoftur; günde yirmi dört saat, haftada yedi gün, yılda elli iki hafta. Daha ilkin de ifade edilmiş olduğu şeklinde, felsefenin temel düşünüm nesnesi kendisidir. Felsefeci felsefesine dahildir ya da felsefesi filozofun ta kendisidir. Felsefeci, kendini felsefeyle ortaya koyandır; felsefe onun kimliğidir. Ve bu kimlik melankolik, hatta şizofreniktir.
Her felsefe ilk olarak felsefeye dairdir. Her felsefe birazcık felsefenin felsefesidir. Felsefe mesele çözmekten çok mesele yaratır. Felsefe tarihinde hiçbir probleminin tam olarak çözüldüğü görülmemiştir. Felsefe zamanı çizgisel değil döngüseldir. Felsefe philosophia perennis'tir; kısaca hep tekrardan felsefe. Bunun en güzel ifadesi Whitehead'in bir sözüdür. Şöyleki der Whitehead: “Tüm felsefe zamanı Platon'a dipnottur.†Felsefe hala Platon'u aşamamıştır. Bu bile tek başına yeterince depresif bir durumdur.
Depresyon tıbbi bir terimdir, melankoli ise felsefi. Doktor depresyonu aşmak ister. Felsefeci ise melankoliye tutunur. Doktor koltuktaki, felsefeci divandakidir. Hekimin mesleki düşünümü araçsaldır. Dolayısıyla o, daima, düşündüğünün bilincinde değildir. Felsefeci ise, ne yazık, daima düşündüğünün bilincindedir. Filozofun işi düşünmektir. Melankoliğin de. Felsefeci nedensiz düşünür. Melankolik de. Melankoli filozofun alın yazısıdır. Bir arkadaşımın bana bigün şu şekilde söylediğini hatırlıyorum: “Su içerken bile su içtiğimin bilincindeyimâ€. Böylesi bir şahıs ya bir filozoftur ya da bir melankolik. Kim bilir ikisi birden.
Yolculuğa dönüş bileti olmadan çıkılır. Diğeri türlüsü gezim olur. Gezgin kendini ve dünyasını evinde bırakarak çıkar. Yolcu ise kendini ve tüm dünyasını valizine sığdırır. Yolcu dönmek için yola çıkmayandır. Seyahat, hep dönerek durmaktır. Dönüş bileti turistin kendilik bilincidir. Yolcunun kendilik bilinci ise yolun ta kendisidir. Gezgin yolda “ötekiâ€ni arar, yolcu ise kendini. Gezgin hep “tipik†olanla ilgilenir. Şu sebeple “tipik†olan hep “ötekiâ€dir. Kendisi ise “farklıâ€dır. Yolcu ise hem kendisi hem ötekidir. Yolcu “kendiâ€nin “ötekiâ€lerden oluştuğunu bilendir. Yolcu kendinde ötekini, ötekinde kendini arayandır. Yolcu arar. Gezgin bulur. Aramak ile bulmak içinde bir ilgi yoktur. Bulanlar genel anlamda aramayanlardır. Arayanlar ise bul(a)mayanlar. Mesela Hegel bir evcidir. Şöyleki der: “…artık evimizdeyiz ve fırtınalı bir denizde uzun bir yolculuktan sonrasında bir denizcinin yapması gerektiği şeklinde, görünen sahili selamlamalıyız.â€[6] Nietzsche ise tam bir yolcudur: “Karayı terk ettik ve gemilere bindik! Arkamızdaki köprüleri yıktık ve daha da önemlisi karayı gerilerde bıraktık! Şimdi, ufak vapur! İlerlere bak!...Artık ‘kara' yok!â€[7] Sadece Hegel bile Tarih ve Akıl'da yolun melankolikliğini teslim eder: “Her yolcu (bu) melankoliyi duymuştur.â€[8]
Felsefeci yolcudur. Melankolik de. Şizofrenik de. Melankolik arada sırada da olsa bir evi özler. Şizofreniğin ise özleyecek bir evi bile yoktur. “Felsefe yolda olmaktır†demek filozofun melankolikliğini iddia etmektir. Dönülecek bir evin bile yokluğu, benliğin ötekiliğe, hiçkimseliğe, hiçliğe dokunması aslında şizofreniye dairdir. Dolayısıyla Novalis ve Jaspers felsefeyi melankoliyle, Heidegger ile Wolfe da sanki şizofreniyle ilişkilendirirler. Her seyahat bir isyandır. Huzura, özdeşliğe tahammülsüzlüktür. Özdeşsizliğe özlemdir. Felsefe kimi zaman hatta bir çok vakit gidecek bir yeri olmadan yola çıkmaktır. Yalnız seyahat için. Yolun hakkını vermek için. Felsefenin hakikati daha çok tenha otel odalarıdır. Felsefeci otelde, o otele giriş yaparken resepsiyoncunun “Ne kadar kalacaksınız?†sorusuna verdiği yanıttan çoğu zaman daha azca kalır. Sebebi sorulduğunda da tek bir yanıtı vardır: “Yolcu yolunda gerekâ€.
Bu bildiri 'en iyi çözüm' seçilmiştir.
"Felsefe yolda olmaktır" sözünü açıklar mısınız?
''Felsefe merak ve hayretten dünyaya gelmiştir'' sözü neyi anlatır?
20! ne anlama gelir?
YORUMLAR