Büyük L. AĞIRLAŞMAK gçz. f. 1. Somut bir şey sözkonusuysa, ağır duruma gelmek: Su çeken tuğlalar ağırlaşmış. 2. Sözkonusu bir yükse,...
Büyük L.
AĞIRLAŞMAK gçz. f. 1. Somut bir şey sözkonusuysa, ağır duruma gelmek: Su çeken tuğlalar ağırlaşmış. 2. Sözkonusu bir yükse, taşıyan kişide ağırlığının giderek arttığı izlenimi uyandırmak: Attığım her adımda yüküm sanki birazcık daha ağırlaşıyordu. 3. Sözkonusu yüklenilen bir mesuliyet ya da mesuliyet gerektiren bir işse, taşınması, yürütülmesi zor bir duruma gelmek; güçleşmek, çoğalmak: Ağırlaşan mesele ıluluklar altında ezilmek. Yıl sonuna kadar dersler çok ağırlaştı. Yardımcısı gidince işleri adamakıllı ağırlaştı. 4. Sözkonusu işleyen bir düzenek, süregiden bir hareketse, hızı azalmak; yavaşlamak: Ağırlaşan makinenin tıkırtısı. İşlerin ağırlaşması. 5. Sözkonusu bir hareket yada bedenin bir bölümüyse, esnekliğini, çevikliğini, duyarlığını yitirmek: Yaşı ilerledikçe yürüyüşü de ağırlaştı. Yarışın sonuna doğru yüzücülerin kulaçları ağırlaştı. Dili ağırlaşmak. Kulakları ağırlaşmak. 6. Bir kimseden söz ederken, düşünceleri, davranışları tutarlılık, ağırbaşlılık, incelik kazanmak; durulmak, olgunlaşmak: Yaşı ilerledikçe hoppalıktan züppelikten kurtuldu, ağırlaştı, iyi bir ev hanımı oldu. 7. Sözkonusu hastaysa, hastalığı tehlikeli bir duruma gelmek; kötüleşmek: Dün çok iyiydi, bu sabah ansızın ağırlaşıp komaya girdi. 8. Sözkonusu hamile kadınsa, doğum zamanı yaklaşmak: Bugün yarın doğurur, iyice ağırlaştı. 9. Sözkonusu havaysa, sıkıntılı, kasvetli bir hal almak, bozmak, kapamak; kirlenmek: Hava iyice ağırlaştı, yağmur geliyor. Pencereleri aç, bu odanın havası çok ağırlaşmış. 10. Sözkonusu yiyecek bir şeyse, kokusundan anlaşılacak halde bozulmak: Bu yiyecek tüm gün açıkta kaldı, birazcık ağırlaşmış. Türlünün eti ağırlaşmıştı, yiyemedim.
ağırlaştırmak ettvg f 1. Bir şeyi ağırlaştırmak, onun ağırlaşmasına yol açmak, ağırlaşmasını sağlamak; ağırlığını çoğaltmak, güçleştirmek: Yağmurun ağırlaştırdığı pamuk balyaları. Kocasının ölümü sorumluluklarını ağırlaştırdı. Imtihan sorularını iyice ağırlaştırdılar. 2. Bir kimseyi ağırlaştırmak, onun ağırlaşmasına niçin olmak; olgunlaştırmak, kötüleştirmek: Babasının ölümü onu değiştirdi, adamakıllı ağırlaştırdı. Bu ilaç hastayı birden ağırlaştırabilir, tabip nezaretinde kullanılmalıdır.
ağırlaştırmak, ağırlatmak ettirg. f Bir şeyi ağırlaştırmak,ağırlatmak, onu ağır duruma getirmek, yavaşlatmak: Tempoyu ağırlaştırmak, işi ağırlatan işçiler, ücretlerin artırılmasını istediler.
ağırlaşmak
(nesne almayan eylem)
1 . Hava ıkıcı ve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak:
"Büsbütün ağırlaşmış bir hava içinde nerelerden geçtiğimizi artık fark etmiyorduk."- R. N. Güntekin.
2 . Hasta tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak.
3 . Yavaşlamak:
"Artık yavaş yavaş göçüyor, boyu kısalıyor, teni sararıyor, hareketleri ağırlaşıyordu."- A. Ş. Hisar.
4 . Hamile hanım doğurması yaklaşmak.
5 . Ağırbaşlı olmak.
6 . Yiyecek bozulmaya yüz tutmak.
7 . Güçleşmek, zorlaşmak.
8 . Organ görevini yapması imkansız duruma gelmek.
(nesne almayan eylem)
1 . Hava ıkıcı ve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak:
"Büsbütün ağırlaşmış bir hava içinde nerelerden geçtiğimizi artık fark etmiyorduk."- R. N. Güntekin.
2 . Hasta tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak.
3 . Yavaşlamak:
"Artık yavaş yavaş göçüyor, boyu kısalıyor, teni sararıyor, hareketleri ağırlaşıyordu."- A. Ş. Hisar.
4 . Hamile hanım doğurması yaklaşmak.
5 . Ağırbaşlı olmak.
6 . Yiyecek bozulmaya yüz tutmak.
7 . Güçleşmek, zorlaşmak.
8 . Organ görevini yapması imkansız duruma gelmek.
ağırlaşmak ingilizcesi
- to become heavier; to become more serious; to slow down; to get harder, to become more difficult
YORUMLAR