Edebiyatın temel mevzusu insandır. Evet, insanoğlunun tüm ilişkilerini edebiÂyatta bulabiliriz. Edebiyat toplumun aynası olduğuna gore, to...
Edebiyatın temel mevzusu insandır. Evet, insanoğlunun tüm ilişkilerini edebiÂyatta bulabiliriz. Edebiyat toplumun aynası olduğuna gore, toplumdaki değişÂmeleri edebiyatın yansıtması naüreldir. Bu cemiyet içinde yaşıyan yazarın da toplumla beraber, yaşayışı, duyuşu, düşünüşü, inançları, dilekleri de değişiyor. Bu değişme edebiyatın değişmesine de neden olur.
Mevzu: sözü edilen nesne ya da vakadır. Üstünde söz söylenecek, yazı yazıÂlacak, yaratı meydana getirecek her düşünce, her vaka mevzudur. İsteğimizi anlatmak için üstünde durduğumuz sorun ya da içinde hareket ettiğimiz çerçeve de mevzudur.
Buffon a gore : «Mevzuya başlarken fikirlerini derinleştiren, plânını çizen, mevzusuna girecek temel fikirleri uygun bir görüşle toplıyan kimse, kalemi ne vaÂkit ele alabileceğini, mevzunun ne kadar olgunlaşmış bulunduğunu çok iyi anlamış olur.» Mevzuyu daha iyi anlıyabilmek için Anafikir'le Tema'yı bilmek zorunluluğu vardır.
Ana düşünce; bir konudaki aslolan fikirdir. Bir yazıda destek fikirlerin etrafınÂdaki toplandığı temel fikre ana düşünce denir. Bir mevzu üstünde bir sürü kimseler ayrı ayrı fikirler ileri sürerler; işte bu fikirlerin aslı ana fikirdir. Ana düşünce eserÂde açıkça söylenmeyebilir. O tüm fikirlerin bileşkesidir. Bizi ana fikre götürmüş olan başka fikirlere destek fikirler denilir. Yazar, ana fikri açıkça söylemeden, yazısının genel havasına bırakabilir. Mevzu ile ana düşünce birbirine karıştırılmamalıdır. Ana düşünce, kati olarak bir tümce halinde ifade edilmelidir. Meselâ Mustafa kemal atatürk' ün Gençliğe Hitabesi'nin « gençliğe yol göstermek » şeklinde belirtilmesi mevzu, «Gençler, ilk göreviniz, her şeye karşın, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini korumaktır.» cümlesi ise ana fikirdir.
Tema; tem ile aynı anlamdadır. Sözde ve yazıda işlenip geliştirilen bir düşünÂce ya da görüş olan tema Yunanca, theme Fransızcadır. Bilhassa manzume ve şiirlerde egemen olan ve karşıdakine aşılanmak için işlenen, geliştirilen duygudur. Tema'mn yapısını meydana çıkaran buluş, görüş, düşünüş ve his bir eserin en belirgin başlı motifidir.
Sanatçının mevzuda üstün görülen duygusu temadır. Bilimsel eserlerde değildir; şiir, hikâye, roman, tiyatro, senaryo v.b. edebiyat türlerinde tema aranır. Eski edebiyatımızda fânilik, ayrılık, gurbet, ölüm benzer biçimde duygusal; yeni edebiyatıÂmızda ise yaşama sevgisini belirten temalar işlenmektedir.
Sartre'a gore : «Hiçbir mevzu, öncesinden edebiyat sanatının haricinde sayılamaz. Tüm sorun, insanoğlunun neyi yazacağını bilmesinde. İyi yazarlarda hiçbir süre üslûp mevzudan ilkin gelmez.»
Edebiyatın Mevzusu Nedir ? (Detay)
Edebiyatın mevzusu insandır. Mevzu insan olunca, edebiyatın tarihini de insanlık zamanı ile beraber ele alabilmek gerekir. Edebiyata ait sözlü ve yazılı eserlerin nasıl meydana geldiğini anlayabilmek için, o devrin tarihini bilmek gerekir. “Bir ağacın yemiş verme şartlarını incelerken nasıl onun toprağını da göz önünde bulundurmak lâzımsa, edebî mahsullerin nasıl meydana geldiğini idrak etmek için de o devrin tarihini bilmek gerekir.†(Atsız, Nihal,Türk Edebiyatı Zamanı, Baysan Yay. İst. 1992)
Edebiyatın mevzusu nedir? Bu zamanı bilgi bizlere, ilk dönemlerden itibaren milletimizin his ve fikir hayatına yelken açabilmemize vesile olacaktır. Milletimizin kültürel alnındaki değişiklik ve gelişimlerini eserler üstünde görme imkanımız olur. Edebiyatı bütünüyle ele alırsak bir kültürü tam manasıyla değerlendirmiş oluruz. Edebiyat ürünleri, bununla beraber tarihe tanıklık eden zevkli belgelerdir.
Edebi eserler, toplumların yaşam biçimlerini, geleneklerini, göreneklerini de içine ile birlikte bu mevzuda cemiyet bilimcilere bir düşünce aracı olmaktadırlar. Gene edebi eserler, halkın inancını, üzüntüsünü, acısını, kıymet yargılarını, sevinçlerini, özlemlerini şiirlerde, romanlarda, hikâyelerde, masallarda, atasözlerinde, deyimlerde, fıkralarda yer vererek halk bilimi uzmanlarına mühim bir kaynak olmaktadırlar.
*Saza saz ile, söze söz ile mukabele gerek.
*Atlar nallanırken kurbağalar ayağını uzatmaz
*Eşeği düğüne çaırmışlar “Ya su lazımdır, ya odun†demiş.
Sözlü edebiyat süreci olan destanlardan başlayarak yazılı ürünlerin ilk örneklerinin görülmeye başlandığı 7. yüzyılın sonu ile 8. yüzyılın başlarından itibaren günümüze kadar tüm eserler milletimizin tarih ve kültür aynası olmuştur.
Edebiyatın malzemesi dildir. “Günlük dil, ya da edebî dil, baştanbaşa bir kültür hazinesidir. Türkler içinde yaşamış her uygarlık çağlarında dili halı benzer biçimde işlemişlerdir. Be Kaşgarlı Mahmut’un Divan u Lügati’t-Türk’ünü roman benzer biçimde bir çok kere okudum. Dede Korkut kitabı benzer biçimde o da atlı göçebe medeniyetine ait bir hazinedir. Size ondan eski Türk medeniyetine ile ilgili iki söz edeceğim. Biri o devir Türkü’nün yaşayış tarzını özetleyen bir atasözü: “Kuş kanadı ile er atı ileâ€. O devir Türk uygarlığı ata dayanır. At, o devir Türk medeniyetinin anahtarıdır. Eski bir Türk efsanesine gore Türk, gökyüzünden yer yüzüne atlı olarak inmiştir. Bilinmiş olduğu benzer biçimde Türk şamanlar Gök Tanrısının katına ata ya da kartala binerek yükselirler. Divan u Lügati’t-Türk’de geçen bir kelime, bana dilin arkeolojiden daha mühim bir kültür hazinesi bulunduğunu öğreti. Zira, eski çağlara ait yer altında saklanmayan nesneleri eski bir metinde sağlamak mümkündür. Türkler, karlı sahalarda güneşin parıltısı gözlerini kör etmesin diye at kılından gözlük yapar ve takarlarmış. Buna “boyunduruk†benzer biçimde “gözündürük†derlermiş. Kaşgarlı’nın lugatı yazılı bir atlı göçebe uygarlığı müzesidir. Bilinmiş olduğu benzer biçimde onda eski Türklerin düğünlerini, dinlerini, savaşlarını tasvir eden güzel şiirler vardır.
( Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları,7. Baskı, Eylül 1992)
Nevâî, Türkçenin, bir fiiller ve mecazlar lisânı bulunduğunu anlatır. Bir tarih süresince at üstünde yaşayarak, engin Asya bozkırlarını Gel! Git! Vur! Kır! Çık! İn! Koş! Dur! v.b. benzer biçimde tek heceli sedâlarla dolduran Türkler, sürekli bir eylem ve hareket halinde oldukları için, dillerinin nerede ise tüm fiillerini kendileri yaratmışlardır.
(Banarlı, Nihad Sami, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, 16. Baskı, İstanbul, 1999)
…. Dilin türlü yönleri vardır. Ses dilin en önemli iki unsurundan biridir ve ses edebiyatta -bilhassa şiirde- güzel duyu bir rol oynar. Yahya Kemal bu hakikati bir şiirinde şu mısralarla ifade etmiştir:
Üstad elinde sertâser âhenk olur lisan
Mızraba ses verir kelimatıyle tel benzer biçimde
Elhan duyulmadıkça belâgat giran gelür
Söz ü güzaftan mütehassıl kesel benzer biçimde
Sertâser: Baştan başa, hep, tüm / belâgat: İyi, güzel, pürüzsüz söz söyleme / giran: ağır, sakil) / (kesel: Gevşeklik, tenbellik, uyuşukluk) Söz ü güzaftan: anlamsız, boş söz.
( Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları,7. Baskı, Eylül 1992)
“İnsan bir takım kere hatırına gelen imgesel tanıyamaz o denli güzeldir. Zihninde uçan bir fikre yetişemez, o denli yüksektir. Kalbinde doğan hissi bulamaz, o denli derindir. Bu ıstırap ile bir feryat koparır, veya pek karanlık bir şey söyler, veya hiçbir şey söylemesi imkansız de kalemini ayağının altına alıp ezer. Bu tür durumlar şiirdir.â€
(Abdülhak Hamit, Makber Mukaddemesi’nden)
Edebiyatın İşlevi
Christopher Caudwell’in Yanılsama ve Gerçeklik adlı kitabının şiirin geleceğiyle ilgili kısımı hakkaten çok garip. Caudwell yirmidokuz yaşlarında İspanya’da Jarama harbinde öldü (1937). Ama yapıtı bugün de taptaze duruyor. Edebiyat eleştirisi kendi alanında kendisinden en fazlaca söz edilen İngiliz yazarlardan birisi. Hellenist Georges Thomson şöyleki diyor onun için: "Estetiğin temel problemlerine Marksist bir cevap getirmeğe çalışan ilk adam"Ne var ki yapıtını bütünüyle ele alan derinleştirilmiş bir araştırma de pek yapılmamış Caudwell için. Yalnız on yıl kadar ilkin David Margolies’nin onun estetiği üzerine bir kitap yayımladığını bir mekanda okumuştum. Aynı anda New York ve Londra’da basılmış bu kitabı göremedim. Ama ondan söz eden yazıyı kesip saklamışım. Jean Duparc yazmış. İsterseniz özetleyelim.Caudwell edebiyatın insan hayatındaki işlevini izah etme uğraşı içindedir. Sanat dünyayı değişiklik yapma işlevinin ardında olmalıdır. Bu konuyu da insanların bilincini değiştirerek yapmalıdır. Toplumun özlemlerine uyarlanarak.Sanat hem dikkatli bir yanılsama hem de coşkusal bir toparlanmadır. O yanılsama isteklerimizi gerçeğin ortasına fırlatır ve kendisi de gerçeğin kendisi haline gelir. Ama sanat etkinliği bireye dıştan ve belirgin toplumsal isterlere gore hazırlanmış ideolojik bir modeli zorla benimsetme yoluna gitmemelidir. Sanat "güdüleri" onların iç zorunluluğunu da hesaba katacaktır. Kendisi de bir toplumsal ürün olan o iç zorunluluk mevzusunda kişiyi daha da bilinçlendirecektir. Yapıt da o iki tür zorunluluğun (güdüler ve toplumsal ilişkiler) çatışması sonucu ortaya çıkacaktır.Kapitalizmin ileri aşamalarında seçkinlerin sanatının gerçeklikten yüz çevirilmiş olduğu görülmektedir. Edebiyattaki kitle türlerini duygusal filmleri ve polis romanlaıını düşünelim. Halkın afyonundan başka bir şey değildir bu tür şeyler. Oysa gerçek sanat içinden özgürlüğün fışkırdığı ağlatısal çatışmaları çözmeye çalışmalıdır.Şžiir onu okuduğumuz süre ortaya çıkan şeydir. Kuram şu demek oluyor ki bir ideolojik sunu olmadan ilkin ergonomik bir etkinlik hali vardır şiirde. Şžair şahıs elbet A. Richards’ın şiilerini de Marksist bir yazan da (diyelim Buharin) öğrenim görmüştür. Coşkusal ve düşünsel etkisinde bırakır üst üste gelecektir onda. Şžairin oluşumunda bir takım ters unsur ard arda bağlanan öğeler onu ilim ve sanat içinde koşturacak yarattığı dil hem "mantıksal" hem "coşkusal" yönler kazanacaktır. Şžiirdeki "ben"in hem toplumsal hem "öznel" planda oluşu da bundan ileri gelmektedir. Böylelikle o "ben hem kendi kendisidir hem de toplumdaki tüm üyelerin ortak özelliklerini taşımaktadır. Bir ergonomik olarak şiir sanatı dünyadaki ortak duyguları ve teoriyi oluşturan düşünsel şekilleri değiştirir.Şžair sanatçı sanatla alakalı şekiller içinde kendini açıklıyor değildir. Ya? Kendini keşfediyordur onlarda. Kendi deneyinin birleşimini toplumunkine uygulayarak kendi "ben"ini toplumsal ilişkilerin modeli içinde görerek yalnız toplumsal açıdan bir kıymet taşıyan bir ürün yaratmakla kalmaz ozan. Kendi kendinin modelini de yaratır ortaya çıkarır.Caudwell’in modern edebiyat mevzusundaki fikirleri adamakıllı negatif. Ona gore burjuva toplumunda sanat dönüşsüz olarak bir kültür dekadansının içine yuvarlanmıştır. Toplumcu bir toplumda edebiyat kendi kendinin bilincine daha çok varacaktır. Burjuva toplumda sözcükler ticari ortam içinde aşınmış bireyler kopuk kopuk kalmışlardır; dil yoksullaşmıştır. Yeni bir toplumda ise sözcükler eski güçlerini bulacak dil her türlü ilişki ve durumun karşılığını yaratacaktır.
Sanatın işlevi mevzusunda derhal devamlı sanat dünyası ile ilim dünyasını karşı karşıya getirmesinden sanatı hep bu şekilde çift kutuplu görmesinden dolayı Caudwell sık sık eleştirilmiştir. Margolies de dinin ahlakın hukuki üstyapılarının ve başka ideoloji kesimlerinin ele alınmamış olmasını Caudwell’in yapıtında bir eksiklik olarak görüyor.
YORUMLAR