ruh is. (ru:hu) Ar. -------------------------------------------------------------------------------- 1. Dinlerin ve dinci felsefel...
ruh
is. (ru:hu)
Ar.
--------------------------------------------------------------------------------
1. Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul etmiş olduğu öz, tin
2. mec. Canlılık, duygu: "Bu adamda asla ruh yoktur."
"Nesri şeklinde güzel bir ruhu olan Falih Rıfkı Türk gazeteciliğini bir vatan hizmeti telâkki etmiş ve kutsî bir vazife şeklinde ifa ediyor." -Y. K. Beyatlı.
3. En mühim nokta, öz: "Meselenin tüm ruhu burada."
"Lâkin oyunun ruhunu idrak etmek mümkün değil." -M. Ş. Esendal.
4. Esans: "Nane ruhu."
"Bazısı ruh koklatır, bazısı alnına sirke sürer, bazısı kollarını, bileklerini ovuşturur." -H. R. Gürpınar.
5. fel. Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin yaşam gücü
6. Hayalet, görünmeyecek kadar zayıf: "Hekim Hikmet, zayıflaya zayıflaya, âdeta bir ruh hâlini almıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
ruh bilgini, ruh bilimci, ruh bilimi, ruh bilimsel, ruh çöküntüsü, ruh doktoru, ruh göçü, ruh hastası, ruh hekimi, ruh hekimliği, ruh karmaşası, ruh ölçümü, ruh ötesi, ruh sağlığı
is. (ru:hu)
--------------------------------------------------------------------------------
1. Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul etmiş olduğu öz, tin
2. mec. Canlılık, duygu: "Bu adamda asla ruh yoktur."
"Nesri şeklinde güzel bir ruhu olan Falih Rıfkı Türk gazeteciliğini bir vatan hizmeti telâkki etmiş ve kutsî bir vazife şeklinde ifa ediyor." -Y. K. Beyatlı.
3. En mühim nokta, öz: "Meselenin tüm ruhu burada."
"Lâkin oyunun ruhunu idrak etmek mümkün değil." -M. Ş. Esendal.
4. Esans: "Nane ruhu."
"Bazısı ruh koklatır, bazısı alnına sirke sürer, bazısı kollarını, bileklerini ovuşturur." -H. R. Gürpınar.
5. fel. Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin yaşam gücü
6. Hayalet, görünmeyecek kadar zayıf: "Hekim Hikmet, zayıflaya zayıflaya, âdeta bir ruh hâlini almıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
ruh bilgini, ruh bilimci, ruh bilimi, ruh bilimsel, ruh çöküntüsü, ruh doktoru, ruh göçü, ruh hastası, ruh hekimi, ruh hekimliği, ruh karmaşası, ruh ölçümü, ruh ötesi, ruh sağlığı
Psikiyatri (Ruh Hekimliği) Nedir?
Ruh Nedir?
Ruh Emiciler / Dementors
Ruhumuza karşı görevlerimiz şunlardır:
- Ruhumuzu aslı astarı olmayan ve yanlış inançlardan temizlemek,
- Doğru ve sağlam inançlar yerleştirmek,
- Doğru ve yararlı bilgilerle donatmak,
- Fena fikir ve çirkin huylardan arındırmak,
- İyi fikir ve güzel huylarla süslemek
- Ruhumuzu aslı astarı olmayan ve yanlış inançlardan temizlemek,
- Doğru ve sağlam inançlar yerleştirmek,
- Fena fikir ve çirkin huylardan arındırmak,
- İyi fikir ve güzel huylarla süslemek
Vefattan sonrasında ruh, Tanrı'ın (celle celâluhu) huzuruna kadar yükselir. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanına gore, ruh çıktıktan sonrasında melekler onu bir atlasa sarıyor ve Mele-i A'lâ'ya kadar götürürler. Uğramış olduğu her menzil ve tabakada, "Bu ne güzel ruh, bu kimin ruhu?" diye merak ederler. Melekler, onun yeryüzünde anıldığı en güzel isim ve unvanlarıyla tanıtarak, "Bu, namaz kılan, din uğrunda bin bir mehâliki iktiham eden falanın ruhu." derler ve hepimiz, hüsnü istikbâl eder. Nihayet, semavatın üstünde Refah-u Rabbilâlemîn'e çıkarılır. Cenâb-ı Hak, hüsnü kabul gösterir ve "Bunu yeniden kabre götürün; Münker-Nekir'in sualine hazır olması için, cenazesinin başına koyuverin." buyurur. Bunun üstüne onu sual-cevap için geriye getirirler. Orada, "Rabbin kim? Peygamberin kim? Dinin ne?" suallerine yanıt verir...
Fena insanoğlunun ruhu ise her yerde fena karşılanır. Seb'a-semâvât'ta nefretle yâd edilir. Refah-u Kibriyâ'dan da baş aşağı atılır. Münker-Nekir'e yanıt verecek hâle gelemez ve yanıt veremez. Bundan dolayı, dünyada gereksiz şeylerle zaman geçirmiş ve yararlı işlerde bulunmamıştı.. bu şekilde o, kıyamete kadar türlü türlü azap çeker.
Kabirde sual vardır, tazyik vardır, fakat aslolan hesap Mahkeme-i Kübrâ'dadır. Hadisin ifadesiyle, mezar sıkar ve tazyik eder. Hesapsa, haşirden sonrasında görülecektir. Evet, mizan kurulacak, defterler dağıtılacak, Sırat geçilecek, sonrasında da Aden ve Cehennem'e sevindiren ve ürperten bir sevkıyat olacaktır. (Bu ve benzeri meselelerin teferruatı hakkında yazılmış bir çok kitap olduğu şeklinde, hadis kitaplarında da yeterince bilgi mevcuttur.)
Mezar, bununla beraber dünyada temizlenmemiş bazı günahların hesabının da yapıldığı ve temizlendiği bir yerdir. Aslolan Hesap Günü'ne bırakılan büyük cinayetlerin yanında, önemsiz sayılabilen günah ve lekelerin bir kısmı, Tanrı (celle celâluhu) tarafınca ya bu damıtma odalarında giderilir ya da büyük suçların muhakemesi ve cezası ileride kurulacak büyük mahkemelere bırakılarak, -tıpkı dünya hayatında minik polisiye vak'aların karakollarda, birkaç günlük sıkıntıyla atlatılması gibi- kabirde de 'lemem' denilen minik günah ve hataların hesabı görülüp, bitirilebilir.. dolayısıyla da çekilecekler çekilmiş ve ileriye bırakılmamış olur.
Ehl-i tahkik, Kur'ân ve Sünnet'e istinaden şu şekilde der: Büyük günahların yanında minik günahları da olan kimselerin bir kısım kusurları, dünyada çekilen sorun, musibet ve hastalıklarla temizlenirken, bazısı da vefat anında silinir ve kalanlar da, Büyük Mahkeme'ye bırakılmasın, orada hizlana maruz kalınmasın diye, kabirde üçüncü bir temizleme ameliyesinden geçer. Kabrin temizleyemeyeceği seviyede kabarık olan kir ve günahlar ise, ileride Haşir Meydanı'nda, terazinin başlangıcında, sıratta ve daha da eğer olmazsa Cehennem'de temizlenecektir. (Tanrı, bizleri burada temiz yaşatsın ve kirlerimizin oralara kadar temadisine meydan vermesin!)
Bir kısım hadislerden öğrendiğimize gore, Hz. Abbas (radıyallâhu anh), şiddetle arzu etmesine karşın, Hz. Ömer'i (radıyallâhu anh) sadece vefatından tam altı ay sonrasında rüyasında görebilir ve sorar: "Neredeydin yâ Ömer?", "Sorma, hesabı hemen hemen verebildim." der. Bir ihtimal, orada üstünde en küçük bir iz kalmasın diye Mevlâ, onu bu şekilde bir ameliyeye tâbi tutmuştur. Evet, günah ve zellelerin küçüklerini temizlemede kabrin sıkması ve tazyiki büyük bir rol oynar. Acı bir ilaç fakat, arkada Aden şifası var.
Mezar sıkmasını Sa'd b. Muaz (radıyallâhu anh) şeklinde düzey insanı bir sahabide de görüyoruz. Sahih hadis larına gore, Muaz (radıyallâhu anh) kabre konunca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Fe sübhânallah, mezar Sa'd b. Muaz'ı da sıkarsa!" buyururlar. Demek ki, kabrin tazyik etmeyeceği insan yok. O Sa'd ki, vefatında Cibril (aleyhisselâm) gelip "Sa'd'ın vefatıyla Arş ihtizaza geldi Yâ Resûlallah!" demişti. Cenazesine iştirak eden Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayaklarının ucuna basarak yürüyünce, sebebi soruldu ve şu şekilde yanıt verdiler: "Cenazesini teşyî' için o denli melâike geldi ki..." Sa'd (radıyallâhu anh) oydu... Sıkma da bu... Ya biz!..
Fena insanoğlunun ruhu ise her yerde fena karşılanır. Seb'a-semâvât'ta nefretle yâd edilir. Refah-u Kibriyâ'dan da baş aşağı atılır. Münker-Nekir'e yanıt verecek hâle gelemez ve yanıt veremez. Bundan dolayı, dünyada gereksiz şeylerle zaman geçirmiş ve yararlı işlerde bulunmamıştı.. bu şekilde o, kıyamete kadar türlü türlü azap çeker.
Kabirde sual vardır, tazyik vardır, fakat aslolan hesap Mahkeme-i Kübrâ'dadır. Hadisin ifadesiyle, mezar sıkar ve tazyik eder. Hesapsa, haşirden sonrasında görülecektir. Evet, mizan kurulacak, defterler dağıtılacak, Sırat geçilecek, sonrasında da Aden ve Cehennem'e sevindiren ve ürperten bir sevkıyat olacaktır. (Bu ve benzeri meselelerin teferruatı hakkında yazılmış bir çok kitap olduğu şeklinde, hadis kitaplarında da yeterince bilgi mevcuttur.)
Mezar, bununla beraber dünyada temizlenmemiş bazı günahların hesabının da yapıldığı ve temizlendiği bir yerdir. Aslolan Hesap Günü'ne bırakılan büyük cinayetlerin yanında, önemsiz sayılabilen günah ve lekelerin bir kısmı, Tanrı (celle celâluhu) tarafınca ya bu damıtma odalarında giderilir ya da büyük suçların muhakemesi ve cezası ileride kurulacak büyük mahkemelere bırakılarak, -tıpkı dünya hayatında minik polisiye vak'aların karakollarda, birkaç günlük sıkıntıyla atlatılması gibi- kabirde de 'lemem' denilen minik günah ve hataların hesabı görülüp, bitirilebilir.. dolayısıyla da çekilecekler çekilmiş ve ileriye bırakılmamış olur.
Ehl-i tahkik, Kur'ân ve Sünnet'e istinaden şu şekilde der: Büyük günahların yanında minik günahları da olan kimselerin bir kısım kusurları, dünyada çekilen sorun, musibet ve hastalıklarla temizlenirken, bazısı da vefat anında silinir ve kalanlar da, Büyük Mahkeme'ye bırakılmasın, orada hizlana maruz kalınmasın diye, kabirde üçüncü bir temizleme ameliyesinden geçer. Kabrin temizleyemeyeceği seviyede kabarık olan kir ve günahlar ise, ileride Haşir Meydanı'nda, terazinin başlangıcında, sıratta ve daha da eğer olmazsa Cehennem'de temizlenecektir. (Tanrı, bizleri burada temiz yaşatsın ve kirlerimizin oralara kadar temadisine meydan vermesin!)
Bir kısım hadislerden öğrendiğimize gore, Hz. Abbas (radıyallâhu anh), şiddetle arzu etmesine karşın, Hz. Ömer'i (radıyallâhu anh) sadece vefatından tam altı ay sonrasında rüyasında görebilir ve sorar: "Neredeydin yâ Ömer?", "Sorma, hesabı hemen hemen verebildim." der. Bir ihtimal, orada üstünde en küçük bir iz kalmasın diye Mevlâ, onu bu şekilde bir ameliyeye tâbi tutmuştur. Evet, günah ve zellelerin küçüklerini temizlemede kabrin sıkması ve tazyiki büyük bir rol oynar. Acı bir ilaç fakat, arkada Aden şifası var.
Mezar sıkmasını Sa'd b. Muaz (radıyallâhu anh) şeklinde düzey insanı bir sahabide de görüyoruz. Sahih hadis larına gore, Muaz (radıyallâhu anh) kabre konunca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Fe sübhânallah, mezar Sa'd b. Muaz'ı da sıkarsa!" buyururlar. Demek ki, kabrin tazyik etmeyeceği insan yok. O Sa'd ki, vefatında Cibril (aleyhisselâm) gelip "Sa'd'ın vefatıyla Arş ihtizaza geldi Yâ Resûlallah!" demişti. Cenazesine iştirak eden Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayaklarının ucuna basarak yürüyünce, sebebi soruldu ve şu şekilde yanıt verdiler: "Cenazesini teşyî' için o denli melâike geldi ki..." Sa'd (radıyallâhu anh) oydu... Sıkma da bu... Ya biz!..
Ruh
Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da aslı olarak tanımlanır ve çoğu zaman bireysellikle (zât) anlamdaş olarak ele alınır. Teoloji'de ruh kişinin ilahîliğe iştirak eden kısmı olarak tanımlanır ve çoğu zaman bedenin ölümünden sonrasında kişinin varlığını sürdüren kısmı olarak ele alınır. Birçok kültür insan yaşamının ya da varlığının cismani olmayan kaynağını ruh ile özdeş tutmuş ve birçok kültür tüm canlıları ruhlara dayandırmıştır. Tarih-öncesi halklarda bile vücut ile onu canlı kılan içinde bir fark yapıldığı görülmektedir.Birçok dini ve felsefi akımda, her canlının bir unsuru olan, var olması için fizyolojik maddeye gerekseme duymayan, maddedışı, algılanamaz, tezahürleriyle kendini gösteren, aşkın, yaşama kabiliyetine haiz, değişen ve gelişen, maksatlı bir ilke () ya da bir kudret olarak tanımlanan ruh, birçok dini ve felsefi akımda da sonsuz, kabiliyetler sahibi, insan davranışlarının motoru, hata ile sevap yapma iradesine haiz bir varlık ya da varlığın saklı yüzü olarak kabul edilir.
Bununla beraber ruh teriminin kültürden kültüre, dinden dine, felsefeden felsefeye geniş seviyede çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Çeşitli dinler ve filozoflar, ruhun doğası (yapısı), gövde ile ilişkisi, kökeni ve ölümlü olup olmayışı mevzularındaki değişik görüşleriyle bir sürü kuram ortaya koymuşlardır. Birçok dini ve felsefi gelenekte ruhun her canlı oluşumun içteki özünü içeren, kendine özgü bir varlık olduğu ve insanoğlunun temel unsurunun beyninden ya da organizmasının herhangi bir kısmından ziyade ruh olduğu kabul edilir. Buna karşılık öteki bazı din ve felsefelerde ise ruhun gövde ile kendisi içinde aracılık görevi görecek maddi bir elemanı bulunmuş olduğu kabul edilir. Ruh ile can kavramları içinde kimi kültür, din ve felsefelerde bir fark yapılmamış, kimilerinde ise bir fark yapılmış olmasına ve bu kavramları belirten iki ayrı ya da birkaç terim olmasına karşın, sözkonusu terimler, sık sık aynı terimi belirtmek üstüne birbirlerinin yerine kullanılagelmişlerdir.
Devamı için:
Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da aslı olarak tanımlanır ve çoğu zaman bireysellikle (zât) anlamdaş olarak ele alınır. Teoloji'de ruh kişinin ilahîliğe iştirak eden kısmı olarak tanımlanır ve çoğu zaman bedenin ölümünden sonrasında kişinin varlığını sürdüren kısmı olarak ele alınır. Birçok kültür insan yaşamının ya da varlığının cismani olmayan kaynağını ruh ile özdeş tutmuş ve birçok kültür tüm canlıları ruhlara dayandırmıştır. Tarih-öncesi halklarda bile vücut ile onu canlı kılan içinde bir fark yapıldığı görülmektedir.Birçok dini ve felsefi akımda, her canlının bir unsuru olan, var olması için fizyolojik maddeye gerekseme duymayan, maddedışı, algılanamaz, tezahürleriyle kendini gösteren, aşkın, yaşama kabiliyetine haiz, değişen ve gelişen, maksatlı bir ilke () ya da bir kudret olarak tanımlanan ruh, birçok dini ve felsefi akımda da sonsuz, kabiliyetler sahibi, insan davranışlarının motoru, hata ile sevap yapma iradesine haiz bir varlık ya da varlığın saklı yüzü olarak kabul edilir.
Bununla beraber ruh teriminin kültürden kültüre, dinden dine, felsefeden felsefeye geniş seviyede çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Çeşitli dinler ve filozoflar, ruhun doğası (yapısı), gövde ile ilişkisi, kökeni ve ölümlü olup olmayışı mevzularındaki değişik görüşleriyle bir sürü kuram ortaya koymuşlardır. Birçok dini ve felsefi gelenekte ruhun her canlı oluşumun içteki özünü içeren, kendine özgü bir varlık olduğu ve insanoğlunun temel unsurunun beyninden ya da organizmasının herhangi bir kısmından ziyade ruh olduğu kabul edilir. Buna karşılık öteki bazı din ve felsefelerde ise ruhun gövde ile kendisi içinde aracılık görevi görecek maddi bir elemanı bulunmuş olduğu kabul edilir. Ruh ile can kavramları içinde kimi kültür, din ve felsefelerde bir fark yapılmamış, kimilerinde ise bir fark yapılmış olmasına ve bu kavramları belirten iki ayrı ya da birkaç terim olmasına karşın, sözkonusu terimler, sık sık aynı terimi belirtmek üstüne birbirlerinin yerine kullanılagelmişlerdir.
Devamı için:
RUH a. (ar. ruh).
1. Fels. ve Tanrıbil. Kimi zaman can ile bir tutulan, tin'den (zihin, şuur ve fikir) ayrı yaşam ilkesi. (Bk. ansikl. böl. Fels.)
2. Bir kimsenin zihinsel, ruhsal etkinliğinin ve şuur hallerinin merkezi, o kimsenin gerçek benliğini oluşturan zihinsel, ahlaksal, duygusal yetilerin tümü: insan ruhunu idrak etmek. Onda bir ozan ruhu var. Ruh soyluluğu. Ruh huzuruna erişmek.
3. Duygu, duyarlılık; canlılık, hareket: Adamda ruh yok ki duygu tansın. Bir eyleme yeni bir ruh kazandırmak.
4. Ed. (Bir topluluk), ruhu, toplumsal bir grubun üyelerine özgü, o grubu belirleyen fikir ve davranış biçimlerinin tümü: Bir ulusun ruhu. Kitle ruhu. Ekip arkadaşlığı ruhu.
5. Bir şeyin can alıcı noktası, aslı: Bu tavsiye, yasanın ruhuna aykırı.
6. Bir şeye özgünlüğünü kazandıran, onda devamlı mevcud, ona can katan, o şeyin insan duyarlılığına seslenmesine neden olan şey: Bu kentte ruh yok, anlam ifade etmeyen bir taş yığını.
7. Ruh durumu, ruh hali, bir kimsenin duygularıyla, davranışlarıyla, düşünceleriyle açığa vurmuş olduğu iç dünyası. || Ruh gücü, ruh büyüklüğü, karakter sağlamlığı, soyluluğu. || Ruhu bile duymamak, bir işin yapıldığını asla mi asla sezmemek, anlamamak, bir işin iyi gitmesinden görevli olması durumunda onun fena bir şekil almasına hiçbir üzüntü emaresi göstermemek. || Ruhu şad olsun, bir ölüyü hayırla, sevgiyle anarken söylenen söz. || Ruhum!, sevgi gösteren sesleniş (ed.). | (Bir kimsenin) ruhuna işlemek, söz mevzusu bir şeyse, onu derinden etkilemek; negatif, fena bir şeyse, onun ayrılmaz bir parçası durumuna gelmek: Konser olağanüstüydü, ruhumuza işledi. Tembellik onun ruhuna işlemiş. || Ruhuna okumak, ölmüş bir kimse için Kuran okumak. || Bir kimsenin ruhunu okumak, onun ne düşünüp ne duyduğunu tümüyle idrak etmek. || Ruhunu şad etmek, ölmüş bir kimsenin iyi yanlarını anmak. || Ruhunu (şeytana) satmak, çıkarı için etik bir kıymeti feda etmek. || Ruhunu teslim etmek, ölmek.
*Arkeol. Ruh evi, eski Mısır'da, VI. ve XII. hanedanlar içinde kullanılan, pişmiş toprak eşya. (Bk. ansikl. böl.)
*Eczc. Eskiden uçucu ilaçlara ya da damıtma kanalıyla elde edilmiş ilaçlara ve al- kola'lara denirdi. Mesela etilli alkolaya şarap ruhu, kâfurlu alkolaya kâfur ruhu, eterli alkolaya lokmanruhu denirdi.
*Etnogr. iyi ruh, yaşayanlara iyilik ettiğine inanılan doğaüstü varlık. || Fena ruh, yaşayanlara fenalık, hastalık ve yıkım getirdiğine inanılan doğaüstü varlık. (Bk. ansikl. böl.)
*Fels. Güzel ruh (alm. schöne Seele), Flegel'e gore, "tinin, katıksız saydam birliği içinde, kendi kendisi hakkında haiz olduğu bilgi†(Tinin görüngübilimi [Phânomenologie des Geistes], Mutlak bilgi) (Güzel ruh, genç Hegel'in mistik dönemine ilişkin bir kavramdır; fakat Flegel Tinin görüngübilimi'nde de bu kavramdan söz eder. Flegel'e gore güzel ruh, kendini sınırlandırabilecek her türlü somut eylemi reddederek dil vasıtasıyla ifade etmiş olduğu evrenselliğini ve saflığını korur. || Fena ruh, Descartes'ın, aldatan bir tanrı fikri tasarlamayı ve dünyanın gerçekliği ve algılanması mevzusunda köklü bir şüphe duymayı gerektiren varsayımı. (Bk. ansikl. böl.)
*Giz. bil. Ruh çağırma - İSPRİTİZMA,
*isi. insanoğlunun manevi aslı. (Bk. ansikl. böl.)
*Kim. Damıtma kanalıyla elde edilmiş ve kolayca uçan maddelerin eski adı; bilhassa bileşiminde % 66-70 oranında etanol bulunan damıtık içki. || Ateş ruhu, etano- lûn eski adı. || Kükürt ruhu, kükürt dioksi- din eski adı. || Lokman ruhu - LOKMANRUHU. || Nane ruhu - NANERUHU. || Ni- şadır ruhu - NIŞADIRRUHU. || Odun ruhu, metanolün eski adı. || Potasyum nitrat ruhu, nitrik asidin eski adı. || Sirke ruhu - SİRKERUHU. || Şarap ruhu, etil alkolün eski adı. || Tuz ruhu - TUZRUHU. |j Vitriol ruhu, sülfürik asitlerin, sülfit asitlerinin ve an- hidritlerin eski adı.
*Psik. Ruh hastalığı - AKIL HASTALIĞI. || Ruh sağlığı - AKIL SAĞLIĞI.
*Ted. Ruh tedavisi - PSİKOTERAPİ.
*Tip. Ruh doktoru, halk içinde ruh ve akıl hastalıkları uzmanlarına (psikiyatr) verilen ad.
*ANSİKL. Arkeol. Ruh evleri mezarların üst kısımlarına yerleştirilirdi. Önceleri sunu masalarının kolay birer taklidi olan bu eşyalar, ondan sonra, revaklı birtaraçası ve giriş merdiveni olan ev modellerine dönüştü. Evin önündeki avlu, çoğu zaman adak eşyalarına benzer şeylerle doldurulurdu. Sırlarının hemen hemen çözülememiş olmasına rağmen büyüyle İlişkili oldukları kuşku götürmeyen ruh evleri, o devrin hususi konutları hakkında tam bir düşünce verir.
*Etnogr. iyi ve fena ruh inanışının temeli, şamanlığa değin uzanır. Bu iki zıt kavramdan, bilhassa fena ruh ön plandadır. Şaman duaları, fena ruhları kovmaya, onların getirebileceği kötülükleri, felaketleri ve hastalıkları uzaklaştırmaya yöneliktir. (SAMANLIK.) Fena ruh inanışının izlerine batı Türkleri'nde de rastlanır; nitekim Anadolu'nun birçok yöresinde bu inanışın uzantıları bugün de görülür, inanışa gore fena ruh, yaşarken de fenalık eden kişilerin ya da büyük bir haksızlığa uğramış olup intikam almak isteyenlerin ruhudur. Kimi vakit bir insanı buyruklarına alıp ona istediklerini de yaptırabilirler Bunlardan korunmak için en etkili yol, ruhun girmiş olduğu evi ya da etkilediği kişiyi hocaya okutmaktır. Anadolu'nun bazı yörelerinde bugün de akıl hastalarının, fena bir ruhun tesirinde oldukları inanışı yaygındır.
*Fels Ruh terimi, büyük felsefe sistemlerinde değişik anlamlara gelir. Bazıları, onu başka bir şeye bağlamaksızın, kendi başına tanımlar Mesela Platon'a gore "Ruh (psykhe) en yüksek derecesinde ölmeyen ve yok olmayan şeydir (Phaidon, 106), “Sitede de ruhta da birbirine uyan eşit sayıda kesimler vardır (arzu duyan; öfe- keye kapılan; akıllı davranan) [Devlet, 4 440], Bu tarif, belli bir tinselciliğin (ruhun ölümsüzlüğü) ve bireyi topluma bağlayan birleştirici anlayışın kaynağını oluşturur. Başka bazı öğretilerse ruhu, onu başka bir şeye bağlayarak tanımlarlar (mesela “beden''e ya da â€anlıkâ€a) ve bu karşıtlığı ruhun kurucu bir öğesi sayarlar. Mesela Aristoteles'te ruh (psykhe), cismin şeklini belirtir: “Sonuç olarak ruh, gizli saklı güç olarak yaşama kudretine haiz naturel bir nesnenin, doğrusu organize bir cismin ilk entelekheia'sıdır" (Peri psykhes [Ruh üzerine], 2,1).
Descartes ruh/gövde karşıtlığına, her ikisinin de kurucu öğesi olan ve “ruh ile bedenin birliği†adını verdiği terimi ekler Böylece "ruh†ve “bedenâ€, üçüncü bir kavrama, "ruh ile bedenin birliği†terimine başvurulmaksızın düşünülemez. “Önce, bu üç tür kavram içinde büyük bir fark görüyorum, bu sebeple ruh kendini sadece saf anlık vasıtasıyla kavrayabilir; cisim, doğrusu uzam, şekiller ve hareketler de sadece anlık vasıtasıyla bilinebilmekle beraber, anlık imgelemden yardım görürse çok daha iyi bilinirler; ve nihayet ruh ile bedenin birliğine bağlı olan şeyler tek başına anlıkla olsun, imgelemden yardım gören anlıkla olsun, sadece bulanık bir halde bilinebildikleri halde, duyumlar vasıtasıyla çpk açık bir halde bilinirler†(Lettre â Elisabeth [Elisabeth'e mektup], 1643).
Spinoza, ruh ve bedenin, doğrusu değişik iki töz'ün birliği diye bir probleminin olamayacağını ileri sürerek problemi başka bir halde ortaya koyar: ruh, daha başlangıçtan (tanımı gereği), bedene bağlıdır, bu sebeple bedenin fikrinden başka bir şey değildir. Spinoza şu şekilde der: “insan ruhunun ilkin fiili varlığını gerçekleştiren şey, fiilen mevcud tikel bir şeyin fikrinden başka bir şey değildir†(Etika, 2,11). Bu yaklaşımdan, bilginin doğasına ilişkin mühim sonuçlar çıkar: ruh, sadece gövde fikrini içeren şeyi, ya da bu fikirden çıkarılabilecek şeyi bilebilir. Tersine olarak, bilgimizin (cisimler ile alakalı bilgimizin) zenginliği, kendi cismimizin (bedenimizin) zenginliğiyle orantılıdır: bedenimizin etkinliğini artıran her şey, ruhumuzun enerjisini de artırır.
Leibniz'e gore ruh, bölünmezliği dolayısıyla, geometrideki bir noktaya ya da fizikteki bir atoma benzetilebilir Bu yüzden Leibniz ruhu, "doğa ötesi nokta†ya da “biçimsel atom†olarak tanımlar. Ek olarak, Leibniz, Descartes'a karşı aristotelesçi geleneği benimser ve yalnız insanoğlunun değil, hayvanların ve hatta bitkilerin de ruhu bulunduğunu kabul etmek icap ettiğini ileri sürer. Ruh terimi ile monat terimi içinde da fark yapmak gerekir: “Genel olarak algıları ve iştahları olan her şeye Ruh dersek [...], tüm kolay tözlere ya da monadlara da ‘ruh' diyebiliriz; fakat duygu kolay bir algıdan fazla bir şey olduğuna gore, yalnızca idrak sahibi olan kolay tözlere genel olarak monat ve entelekheia demenin kafi olacağını ve sadece algıları açık ve seçik olan ve bir bellekle beraber bulunan tözlere ruh adı verilmesi icap ettiğini kabul ediyorum" (Monadoloji [Monadologie], 19).
*Fena ruh. Descartes şu şekilde yazar: “Öyleyse, gerçek bir Tanrı değil de [...], kuvvetli olmasıyla birlikte, kurnaz ve aldatıcı olan ve tüm kabiliyetini beni aldatmak için kullanan bir fena ruh tasarlayacağım. Dış dünyada gördüğümüz her şeyin, yalnızca, onun benim saflığımı kötüye kullanmak için yararlandığı yanılsamalar ve aldatmacalar bulunduğunu [...] varsayacağım. Kendimi de ne eli, ne gözleri, ne eti, ne kanı olan, ek olarak hiçbir duyusu olmadığı halde kendini tüm bunlara haiz sanan biri şeklinde düşüneceğim" (Doğa ötesi düşünceler [Möditations mötaphysiques], 1). Fakat Descartes'ın öncelikle fena ruh varsayımını öne sürmesi, bu varsayımı ondan sonra reddetmek ve onun yerine, şeylerin varoluşunu güvence altına alan tanrısal doğruluk savını koymak içindir. "Ve bu şeyleri incelemek için tüm duyumlarıma, belleğime ve anlığıma başvurduğum halde, onlar başkaları vasıtasıyla bana ulaşanlarla çelişecek hiçbir şey taşımıyorlarsa, o vakit onların gerçekliğinden hiçbir halde kuşkulanmamalıyım. Bundan dolayı Tanrt'nın hiçbir vakit aldatmadığı gerçeğinden, mecburi olarak, bu mevzuda hiçbir halde yanılmadığım sonucu çıkar†(Doğa ötesi düşünceler [Mâditations mâtaphysipues], 6).
*İsi. İslam fikir tarihinde, “ruh†sözcüğünün terim olarak anlamı mevzusunda öne sürülen çeşitli görüşler arasındaki ortak nokta, insana canlı ve bilgili varlık denilmesine neden olan öğenin ruh olduğu anlayışıdır. Ruhun, insandaki iradeli ve iradesiz tüm eylemlerin membaı, canlılığın ilke ve emaresi, idrak vakasını gerçekleştiren kabiliyet olduğu İslam bilginlerince benimsenir. Gazali*, (1058-1111), 4 ciltlik ihya ül -ulûm iddin adlı yapıtında ruhun, tıp bilginlerine gore can anlamına geldiğini, sadece fizikötesi bir varlık olarak nefs, akıl ve kalp denilen manevi yetilerle aynı varlığı ifade ettiğini ve insanoğlunun gerçek benliğini oluşturan öz (zat) bulunduğunu belirtir. Sadece, bazı kelam bilginlerine gore nefs, canlı varlıktaki yaşamın ilkesi, ruh ise düşünme ve kavrama işlevini gerçekleştiren özdür. Sufi yazar Hücviri'nin Keşf ül-mahcûb (Hakikat bilgisi) adlı yapıtında belirtildiğine gore, İslam sufileri ruhu iyiliklerin ilkesi sayarak meleğe, nefsi de kötülüklerin ilkesi sayarak şeytana benzetirler.
İslam fikir tarihinde ruh ile ilgili düşünsel problemler başlıca şu altı noktada ele alınır:
1. ruhun varlığı;
2. ruhun içinde ne olduğu;
3. ruhun bedenden ilkin ya da sonrasında yaratılması;
4. bedenin ölümünden sonrasında ruhun varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği;
5. tenasüh görüşünün eleştirisi;
6. ahiret yaşamında ruhun bedene dönerek dönmeyeceği.
Selef-i salihin denilen ilk İslam bilginleri, ruhun varlığına inanmakla beraber, bu mevzuyla ilgili olarak Kuran ve hadislerde verilen bilgilerin ötesinde münakaşa açmanın doğru olmadığını; ruhun, insan aklının anlayıp kavramayacağı seviyede sırlarla dolu bulunduğunu belirtirler. Bu görüşlerine Kurandaki “Ey Muhammet, sana ruh hakkında sual merak ederler. De ki: ruh, Rabbimin bir işidir. Onun hakkında size çok azca bilgi verilmiştir." (XVII, 85) anlamındaki ayeti kanıt gösterirler.
Mevzuyu çoğunlukla maddeci bir yaklaşımla açıklamaya çalışan İslam kelamcıları, ruhu “ince (latif) bir cisim†olarak tanımlar. Endülüslü meşhur alim ibni Hazm (994-1062) daha da ileri giderek ruhu üç boyutlu ve uzayda yer kaplayan bir varlık biçiminde açıklar. Fahrettin Razi (1149'a doğr.-1209), İbni Teymiye (1363-1328), ibni Kayyim ül-Cezviye (1292-1350) şeklinde kelamcılarla Hücviri ve Kuşeyri şeklinde mutasavvıflara gore ruh nurani, ince (latif) tözlü, güneş ışığına benzer göksel cisimlerden oluşur. Bu cisimler değişme ve çözülme kabul etmez, ayrılmaz ve parçalanmaz (cüz layetecezze). Tanrı bedeni oluşturup ruhla birleşmeye elverişli duruma getirince, bu ince varlık gövde parçalarının içlerine nüfuz eder. Bu birleşme, kelamcıların örneklemelerine gore susam yağı ile susam bitkisinin ya da gül yağı ile gül çiçeğinin birlikteliği gibidir. Kuran'ın "...sonrasında Tanrı ona (bedene) ruhundan üfledi" XXXII, 9) anlamında ayeti bu birleşmeyi anlatır. Bazı modern araştırıcılar, kelam bilginlerinin ruh ile alakalı bu açıklamala- nyla günümüzün moleküler biyoloji ve genetik biliminin canlı hücre, genler ve yumurtanın döllenmesinden başlayarak organizmanın her aşamasındaki gelişmelere ilişkin açıklamaları içinde büyük bir benzerlik görürler.
İslam filozofları ve mutasavvıfların büyük çoğunluğu, kelamcıların maddeci ruh anlayışlarının tersine, daha çok nefs sözcüğüyle adlandırdıkları ruhu, salt manevi bir varlık olarak düşünürler. Farabi ve İbni Sina şeklinde meşşai filozoflarının Platon, Aristoteles, Plotinos şeklinde yunan filozofların açıklamalarından esinlenerek ruh hakkında ileri sürdükleri görüşler, sonradan büyük seviyede tasavvufçular tarafınca da benimsendi. Buna gore, ruh, bedenden ayrı ve bağımsız bir öze (zat) haiz olan, bu yüzden varlığını bedensiz sürdüren, madde üstü, salt manevi bir tözdür (cevher). insanoğlunun zihinsel ve ahlaksal durumu, dolayısıyla mutluluğu ya da mutsuzluğu tümüyle onun manevi benliğiyle ilgili olgulardır. Geçici bir süre için bedende bulunan bu öz, bedenin ölümünden sonrasında da bağımsız olarak yaşamını sürdürecektir.
Kelam bilimine gore, ruh bedenle beraber yaratılmıştır ve onunla beraber ölür. Sadece, bazı kelamcılar, ruhun bedenden bir süre sonrasında öleceğini öne sürerler. Kelam- cıiar, ruhun gövde şeklinde ölümlü olduğuna Kuran'dan da kanıt gösterirler. Bu ayetlerden ikisi şu anlamlara gelir: "Her nefis ölümü tadacaktır†(III, 185). "Tanrı, ölecekleri vakit nefisleri çekip alır" (XXXIX, 42). Filozoflar ve sufilerse ruhun bedenden ilkin var bulunduğunu, bedenden sonrasında da varlığını sürdüreceğini, mezar yaşamı, baas (tekrardan dirilme) ve ahiret yaşamının sadece ruhun varlığını sürdürebilmesiyle gerçekleşebileceğini savunurlar. Kelamcılar, ikinci yaşamla ilgili bu gelişmelerin, ruhun bedenle beraber tekrardan yaratılmasıyla meydana geleceğini öne sürerler.
İslam hayatına eski Doğu dinleri ile Pythagoras felsefinden geçen ve ruhların bedenden bedene dolaşması anlamına gelen tenasüh (ruh göçü) görüşü, derhal tüm İslam bilginlerince eleştirilir, bu görüşü savunanlar, "melahide†(dinsizler) ve “zenadika†(zındıklar) diye adlandırılır.
Tüm İslam kelamcıları ahiret yaşamının hem ruhsal hem de bedensel bir yaşam bulunduğunu düşünürlerken, bazı İslam filozoflarj.bu yaşamın salt ruhsal bir yaşam bulunduğunu, bedenin tekrardan dinlemeyeceğini, bunun olanaksız bulunduğunu öne sürerler.
*Türk mit. Altay ve Sibirya mitolojilerinin yaratılış destanlarına gore, tanrı ülgen insanı çamurdan, kemiklerini taştan yaratmış ve bu cansız biçime ruh bulmak suretiyle göklere yükselmişti. Tüysüz köpeğini de onları şeytan Erlik'ten korumak suretiyle bekçi bıraktı. Sadece şeytan, köpeği kandırarak cansız biçimleri ele geçirdi, onlara kamışla üfleyerek ruh verdi. Geri dönen ülgen bu durumu görünce çok şaşırdı ve onları kendi hallerine bıraktı. Bir çeşitlemeye gore de şeytan insanları pisliğe boğdu, tanrı geri döndüğünde bu duruma çok üzüldü ve insanların dış yüzünü iç yüzüne çevirdi, onlara gökten indirdiği ruhu verdi. Göktürk efsanelerine gore, göğün üçüncü katında insanların tüm yaşamının ve ruhunun bağlı olduğu Süt Ak Köl (süt şeklinde beyaz göl) vardı. Bir çocuk doğduğunda tanrı Ulgen'in buyruğuyla çocuğa buradan ruh verilirdi.
RUH a. (fars. rufj). Esk.
1. Anka kuşu.
2. Satranç taşlarından kale.
3. Ruh -üs-satranç, satrançtaki kale; itibarlı, elit kimse.
RUH a. (fars. ruhi) Esk.
1. Yanak, yüz.
2. Yön, taraf.
3. Ruh-i al, pembe, kızarmış yanak. || Ruh-i dildar, sevgilinin yanağı. || Ruh-i gûlnar, gül renkli yanak. || Ruh-i rengin, renkli yanak. || Ruh-i zerd, sarı, solgun yanak.
RUH a. Müz. Türk müziğinde XV. yy.'da kullanılmış bir makam. (Günümüze ulaşabilen örneği yoktur.)
1. Fels. ve Tanrıbil. Kimi zaman can ile bir tutulan, tin'den (zihin, şuur ve fikir) ayrı yaşam ilkesi. (Bk. ansikl. böl. Fels.)
2. Bir kimsenin zihinsel, ruhsal etkinliğinin ve şuur hallerinin merkezi, o kimsenin gerçek benliğini oluşturan zihinsel, ahlaksal, duygusal yetilerin tümü: insan ruhunu idrak etmek. Onda bir ozan ruhu var. Ruh soyluluğu. Ruh huzuruna erişmek.
3. Duygu, duyarlılık; canlılık, hareket: Adamda ruh yok ki duygu tansın. Bir eyleme yeni bir ruh kazandırmak.
4. Ed. (Bir topluluk), ruhu, toplumsal bir grubun üyelerine özgü, o grubu belirleyen fikir ve davranış biçimlerinin tümü: Bir ulusun ruhu. Kitle ruhu. Ekip arkadaşlığı ruhu.
5. Bir şeyin can alıcı noktası, aslı: Bu tavsiye, yasanın ruhuna aykırı.
6. Bir şeye özgünlüğünü kazandıran, onda devamlı mevcud, ona can katan, o şeyin insan duyarlılığına seslenmesine neden olan şey: Bu kentte ruh yok, anlam ifade etmeyen bir taş yığını.
7. Ruh durumu, ruh hali, bir kimsenin duygularıyla, davranışlarıyla, düşünceleriyle açığa vurmuş olduğu iç dünyası. || Ruh gücü, ruh büyüklüğü, karakter sağlamlığı, soyluluğu. || Ruhu bile duymamak, bir işin yapıldığını asla mi asla sezmemek, anlamamak, bir işin iyi gitmesinden görevli olması durumunda onun fena bir şekil almasına hiçbir üzüntü emaresi göstermemek. || Ruhu şad olsun, bir ölüyü hayırla, sevgiyle anarken söylenen söz. || Ruhum!, sevgi gösteren sesleniş (ed.). | (Bir kimsenin) ruhuna işlemek, söz mevzusu bir şeyse, onu derinden etkilemek; negatif, fena bir şeyse, onun ayrılmaz bir parçası durumuna gelmek: Konser olağanüstüydü, ruhumuza işledi. Tembellik onun ruhuna işlemiş. || Ruhuna okumak, ölmüş bir kimse için Kuran okumak. || Bir kimsenin ruhunu okumak, onun ne düşünüp ne duyduğunu tümüyle idrak etmek. || Ruhunu şad etmek, ölmüş bir kimsenin iyi yanlarını anmak. || Ruhunu (şeytana) satmak, çıkarı için etik bir kıymeti feda etmek. || Ruhunu teslim etmek, ölmek.
*Arkeol. Ruh evi, eski Mısır'da, VI. ve XII. hanedanlar içinde kullanılan, pişmiş toprak eşya. (Bk. ansikl. böl.)
*Eczc. Eskiden uçucu ilaçlara ya da damıtma kanalıyla elde edilmiş ilaçlara ve al- kola'lara denirdi. Mesela etilli alkolaya şarap ruhu, kâfurlu alkolaya kâfur ruhu, eterli alkolaya lokmanruhu denirdi.
*Etnogr. iyi ruh, yaşayanlara iyilik ettiğine inanılan doğaüstü varlık. || Fena ruh, yaşayanlara fenalık, hastalık ve yıkım getirdiğine inanılan doğaüstü varlık. (Bk. ansikl. böl.)
*Fels. Güzel ruh (alm. schöne Seele), Flegel'e gore, "tinin, katıksız saydam birliği içinde, kendi kendisi hakkında haiz olduğu bilgi†(Tinin görüngübilimi [Phânomenologie des Geistes], Mutlak bilgi) (Güzel ruh, genç Hegel'in mistik dönemine ilişkin bir kavramdır; fakat Flegel Tinin görüngübilimi'nde de bu kavramdan söz eder. Flegel'e gore güzel ruh, kendini sınırlandırabilecek her türlü somut eylemi reddederek dil vasıtasıyla ifade etmiş olduğu evrenselliğini ve saflığını korur. || Fena ruh, Descartes'ın, aldatan bir tanrı fikri tasarlamayı ve dünyanın gerçekliği ve algılanması mevzusunda köklü bir şüphe duymayı gerektiren varsayımı. (Bk. ansikl. böl.)
*Giz. bil. Ruh çağırma - İSPRİTİZMA,
*isi. insanoğlunun manevi aslı. (Bk. ansikl. böl.)
*Kim. Damıtma kanalıyla elde edilmiş ve kolayca uçan maddelerin eski adı; bilhassa bileşiminde % 66-70 oranında etanol bulunan damıtık içki. || Ateş ruhu, etano- lûn eski adı. || Kükürt ruhu, kükürt dioksi- din eski adı. || Lokman ruhu - LOKMANRUHU. || Nane ruhu - NANERUHU. || Ni- şadır ruhu - NIŞADIRRUHU. || Odun ruhu, metanolün eski adı. || Potasyum nitrat ruhu, nitrik asidin eski adı. || Sirke ruhu - SİRKERUHU. || Şarap ruhu, etil alkolün eski adı. || Tuz ruhu - TUZRUHU. |j Vitriol ruhu, sülfürik asitlerin, sülfit asitlerinin ve an- hidritlerin eski adı.
*Psik. Ruh hastalığı - AKIL HASTALIĞI. || Ruh sağlığı - AKIL SAĞLIĞI.
*Ted. Ruh tedavisi - PSİKOTERAPİ.
*Tip. Ruh doktoru, halk içinde ruh ve akıl hastalıkları uzmanlarına (psikiyatr) verilen ad.
*ANSİKL. Arkeol. Ruh evleri mezarların üst kısımlarına yerleştirilirdi. Önceleri sunu masalarının kolay birer taklidi olan bu eşyalar, ondan sonra, revaklı birtaraçası ve giriş merdiveni olan ev modellerine dönüştü. Evin önündeki avlu, çoğu zaman adak eşyalarına benzer şeylerle doldurulurdu. Sırlarının hemen hemen çözülememiş olmasına rağmen büyüyle İlişkili oldukları kuşku götürmeyen ruh evleri, o devrin hususi konutları hakkında tam bir düşünce verir.
*Etnogr. iyi ve fena ruh inanışının temeli, şamanlığa değin uzanır. Bu iki zıt kavramdan, bilhassa fena ruh ön plandadır. Şaman duaları, fena ruhları kovmaya, onların getirebileceği kötülükleri, felaketleri ve hastalıkları uzaklaştırmaya yöneliktir. (SAMANLIK.) Fena ruh inanışının izlerine batı Türkleri'nde de rastlanır; nitekim Anadolu'nun birçok yöresinde bu inanışın uzantıları bugün de görülür, inanışa gore fena ruh, yaşarken de fenalık eden kişilerin ya da büyük bir haksızlığa uğramış olup intikam almak isteyenlerin ruhudur. Kimi vakit bir insanı buyruklarına alıp ona istediklerini de yaptırabilirler Bunlardan korunmak için en etkili yol, ruhun girmiş olduğu evi ya da etkilediği kişiyi hocaya okutmaktır. Anadolu'nun bazı yörelerinde bugün de akıl hastalarının, fena bir ruhun tesirinde oldukları inanışı yaygındır.
*Fels Ruh terimi, büyük felsefe sistemlerinde değişik anlamlara gelir. Bazıları, onu başka bir şeye bağlamaksızın, kendi başına tanımlar Mesela Platon'a gore "Ruh (psykhe) en yüksek derecesinde ölmeyen ve yok olmayan şeydir (Phaidon, 106), “Sitede de ruhta da birbirine uyan eşit sayıda kesimler vardır (arzu duyan; öfe- keye kapılan; akıllı davranan) [Devlet, 4 440], Bu tarif, belli bir tinselciliğin (ruhun ölümsüzlüğü) ve bireyi topluma bağlayan birleştirici anlayışın kaynağını oluşturur. Başka bazı öğretilerse ruhu, onu başka bir şeye bağlayarak tanımlarlar (mesela “beden''e ya da â€anlıkâ€a) ve bu karşıtlığı ruhun kurucu bir öğesi sayarlar. Mesela Aristoteles'te ruh (psykhe), cismin şeklini belirtir: “Sonuç olarak ruh, gizli saklı güç olarak yaşama kudretine haiz naturel bir nesnenin, doğrusu organize bir cismin ilk entelekheia'sıdır" (Peri psykhes [Ruh üzerine], 2,1).
Descartes ruh/gövde karşıtlığına, her ikisinin de kurucu öğesi olan ve “ruh ile bedenin birliği†adını verdiği terimi ekler Böylece "ruh†ve “bedenâ€, üçüncü bir kavrama, "ruh ile bedenin birliği†terimine başvurulmaksızın düşünülemez. “Önce, bu üç tür kavram içinde büyük bir fark görüyorum, bu sebeple ruh kendini sadece saf anlık vasıtasıyla kavrayabilir; cisim, doğrusu uzam, şekiller ve hareketler de sadece anlık vasıtasıyla bilinebilmekle beraber, anlık imgelemden yardım görürse çok daha iyi bilinirler; ve nihayet ruh ile bedenin birliğine bağlı olan şeyler tek başına anlıkla olsun, imgelemden yardım gören anlıkla olsun, sadece bulanık bir halde bilinebildikleri halde, duyumlar vasıtasıyla çpk açık bir halde bilinirler†(Lettre â Elisabeth [Elisabeth'e mektup], 1643).
Spinoza, ruh ve bedenin, doğrusu değişik iki töz'ün birliği diye bir probleminin olamayacağını ileri sürerek problemi başka bir halde ortaya koyar: ruh, daha başlangıçtan (tanımı gereği), bedene bağlıdır, bu sebeple bedenin fikrinden başka bir şey değildir. Spinoza şu şekilde der: “insan ruhunun ilkin fiili varlığını gerçekleştiren şey, fiilen mevcud tikel bir şeyin fikrinden başka bir şey değildir†(Etika, 2,11). Bu yaklaşımdan, bilginin doğasına ilişkin mühim sonuçlar çıkar: ruh, sadece gövde fikrini içeren şeyi, ya da bu fikirden çıkarılabilecek şeyi bilebilir. Tersine olarak, bilgimizin (cisimler ile alakalı bilgimizin) zenginliği, kendi cismimizin (bedenimizin) zenginliğiyle orantılıdır: bedenimizin etkinliğini artıran her şey, ruhumuzun enerjisini de artırır.
Leibniz'e gore ruh, bölünmezliği dolayısıyla, geometrideki bir noktaya ya da fizikteki bir atoma benzetilebilir Bu yüzden Leibniz ruhu, "doğa ötesi nokta†ya da “biçimsel atom†olarak tanımlar. Ek olarak, Leibniz, Descartes'a karşı aristotelesçi geleneği benimser ve yalnız insanoğlunun değil, hayvanların ve hatta bitkilerin de ruhu bulunduğunu kabul etmek icap ettiğini ileri sürer. Ruh terimi ile monat terimi içinde da fark yapmak gerekir: “Genel olarak algıları ve iştahları olan her şeye Ruh dersek [...], tüm kolay tözlere ya da monadlara da ‘ruh' diyebiliriz; fakat duygu kolay bir algıdan fazla bir şey olduğuna gore, yalnızca idrak sahibi olan kolay tözlere genel olarak monat ve entelekheia demenin kafi olacağını ve sadece algıları açık ve seçik olan ve bir bellekle beraber bulunan tözlere ruh adı verilmesi icap ettiğini kabul ediyorum" (Monadoloji [Monadologie], 19).
*Fena ruh. Descartes şu şekilde yazar: “Öyleyse, gerçek bir Tanrı değil de [...], kuvvetli olmasıyla birlikte, kurnaz ve aldatıcı olan ve tüm kabiliyetini beni aldatmak için kullanan bir fena ruh tasarlayacağım. Dış dünyada gördüğümüz her şeyin, yalnızca, onun benim saflığımı kötüye kullanmak için yararlandığı yanılsamalar ve aldatmacalar bulunduğunu [...] varsayacağım. Kendimi de ne eli, ne gözleri, ne eti, ne kanı olan, ek olarak hiçbir duyusu olmadığı halde kendini tüm bunlara haiz sanan biri şeklinde düşüneceğim" (Doğa ötesi düşünceler [Möditations mötaphysiques], 1). Fakat Descartes'ın öncelikle fena ruh varsayımını öne sürmesi, bu varsayımı ondan sonra reddetmek ve onun yerine, şeylerin varoluşunu güvence altına alan tanrısal doğruluk savını koymak içindir. "Ve bu şeyleri incelemek için tüm duyumlarıma, belleğime ve anlığıma başvurduğum halde, onlar başkaları vasıtasıyla bana ulaşanlarla çelişecek hiçbir şey taşımıyorlarsa, o vakit onların gerçekliğinden hiçbir halde kuşkulanmamalıyım. Bundan dolayı Tanrt'nın hiçbir vakit aldatmadığı gerçeğinden, mecburi olarak, bu mevzuda hiçbir halde yanılmadığım sonucu çıkar†(Doğa ötesi düşünceler [Mâditations mâtaphysipues], 6).
*İsi. İslam fikir tarihinde, “ruh†sözcüğünün terim olarak anlamı mevzusunda öne sürülen çeşitli görüşler arasındaki ortak nokta, insana canlı ve bilgili varlık denilmesine neden olan öğenin ruh olduğu anlayışıdır. Ruhun, insandaki iradeli ve iradesiz tüm eylemlerin membaı, canlılığın ilke ve emaresi, idrak vakasını gerçekleştiren kabiliyet olduğu İslam bilginlerince benimsenir. Gazali*, (1058-1111), 4 ciltlik ihya ül -ulûm iddin adlı yapıtında ruhun, tıp bilginlerine gore can anlamına geldiğini, sadece fizikötesi bir varlık olarak nefs, akıl ve kalp denilen manevi yetilerle aynı varlığı ifade ettiğini ve insanoğlunun gerçek benliğini oluşturan öz (zat) bulunduğunu belirtir. Sadece, bazı kelam bilginlerine gore nefs, canlı varlıktaki yaşamın ilkesi, ruh ise düşünme ve kavrama işlevini gerçekleştiren özdür. Sufi yazar Hücviri'nin Keşf ül-mahcûb (Hakikat bilgisi) adlı yapıtında belirtildiğine gore, İslam sufileri ruhu iyiliklerin ilkesi sayarak meleğe, nefsi de kötülüklerin ilkesi sayarak şeytana benzetirler.
İslam fikir tarihinde ruh ile ilgili düşünsel problemler başlıca şu altı noktada ele alınır:
1. ruhun varlığı;
2. ruhun içinde ne olduğu;
3. ruhun bedenden ilkin ya da sonrasında yaratılması;
4. bedenin ölümünden sonrasında ruhun varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği;
5. tenasüh görüşünün eleştirisi;
6. ahiret yaşamında ruhun bedene dönerek dönmeyeceği.
Selef-i salihin denilen ilk İslam bilginleri, ruhun varlığına inanmakla beraber, bu mevzuyla ilgili olarak Kuran ve hadislerde verilen bilgilerin ötesinde münakaşa açmanın doğru olmadığını; ruhun, insan aklının anlayıp kavramayacağı seviyede sırlarla dolu bulunduğunu belirtirler. Bu görüşlerine Kurandaki “Ey Muhammet, sana ruh hakkında sual merak ederler. De ki: ruh, Rabbimin bir işidir. Onun hakkında size çok azca bilgi verilmiştir." (XVII, 85) anlamındaki ayeti kanıt gösterirler.
Mevzuyu çoğunlukla maddeci bir yaklaşımla açıklamaya çalışan İslam kelamcıları, ruhu “ince (latif) bir cisim†olarak tanımlar. Endülüslü meşhur alim ibni Hazm (994-1062) daha da ileri giderek ruhu üç boyutlu ve uzayda yer kaplayan bir varlık biçiminde açıklar. Fahrettin Razi (1149'a doğr.-1209), İbni Teymiye (1363-1328), ibni Kayyim ül-Cezviye (1292-1350) şeklinde kelamcılarla Hücviri ve Kuşeyri şeklinde mutasavvıflara gore ruh nurani, ince (latif) tözlü, güneş ışığına benzer göksel cisimlerden oluşur. Bu cisimler değişme ve çözülme kabul etmez, ayrılmaz ve parçalanmaz (cüz layetecezze). Tanrı bedeni oluşturup ruhla birleşmeye elverişli duruma getirince, bu ince varlık gövde parçalarının içlerine nüfuz eder. Bu birleşme, kelamcıların örneklemelerine gore susam yağı ile susam bitkisinin ya da gül yağı ile gül çiçeğinin birlikteliği gibidir. Kuran'ın "...sonrasında Tanrı ona (bedene) ruhundan üfledi" XXXII, 9) anlamında ayeti bu birleşmeyi anlatır. Bazı modern araştırıcılar, kelam bilginlerinin ruh ile alakalı bu açıklamala- nyla günümüzün moleküler biyoloji ve genetik biliminin canlı hücre, genler ve yumurtanın döllenmesinden başlayarak organizmanın her aşamasındaki gelişmelere ilişkin açıklamaları içinde büyük bir benzerlik görürler.
İslam filozofları ve mutasavvıfların büyük çoğunluğu, kelamcıların maddeci ruh anlayışlarının tersine, daha çok nefs sözcüğüyle adlandırdıkları ruhu, salt manevi bir varlık olarak düşünürler. Farabi ve İbni Sina şeklinde meşşai filozoflarının Platon, Aristoteles, Plotinos şeklinde yunan filozofların açıklamalarından esinlenerek ruh hakkında ileri sürdükleri görüşler, sonradan büyük seviyede tasavvufçular tarafınca da benimsendi. Buna gore, ruh, bedenden ayrı ve bağımsız bir öze (zat) haiz olan, bu yüzden varlığını bedensiz sürdüren, madde üstü, salt manevi bir tözdür (cevher). insanoğlunun zihinsel ve ahlaksal durumu, dolayısıyla mutluluğu ya da mutsuzluğu tümüyle onun manevi benliğiyle ilgili olgulardır. Geçici bir süre için bedende bulunan bu öz, bedenin ölümünden sonrasında da bağımsız olarak yaşamını sürdürecektir.
Kelam bilimine gore, ruh bedenle beraber yaratılmıştır ve onunla beraber ölür. Sadece, bazı kelamcılar, ruhun bedenden bir süre sonrasında öleceğini öne sürerler. Kelam- cıiar, ruhun gövde şeklinde ölümlü olduğuna Kuran'dan da kanıt gösterirler. Bu ayetlerden ikisi şu anlamlara gelir: "Her nefis ölümü tadacaktır†(III, 185). "Tanrı, ölecekleri vakit nefisleri çekip alır" (XXXIX, 42). Filozoflar ve sufilerse ruhun bedenden ilkin var bulunduğunu, bedenden sonrasında da varlığını sürdüreceğini, mezar yaşamı, baas (tekrardan dirilme) ve ahiret yaşamının sadece ruhun varlığını sürdürebilmesiyle gerçekleşebileceğini savunurlar. Kelamcılar, ikinci yaşamla ilgili bu gelişmelerin, ruhun bedenle beraber tekrardan yaratılmasıyla meydana geleceğini öne sürerler.
İslam hayatına eski Doğu dinleri ile Pythagoras felsefinden geçen ve ruhların bedenden bedene dolaşması anlamına gelen tenasüh (ruh göçü) görüşü, derhal tüm İslam bilginlerince eleştirilir, bu görüşü savunanlar, "melahide†(dinsizler) ve “zenadika†(zındıklar) diye adlandırılır.
Tüm İslam kelamcıları ahiret yaşamının hem ruhsal hem de bedensel bir yaşam bulunduğunu düşünürlerken, bazı İslam filozoflarj.bu yaşamın salt ruhsal bir yaşam bulunduğunu, bedenin tekrardan dinlemeyeceğini, bunun olanaksız bulunduğunu öne sürerler.
*Türk mit. Altay ve Sibirya mitolojilerinin yaratılış destanlarına gore, tanrı ülgen insanı çamurdan, kemiklerini taştan yaratmış ve bu cansız biçime ruh bulmak suretiyle göklere yükselmişti. Tüysüz köpeğini de onları şeytan Erlik'ten korumak suretiyle bekçi bıraktı. Sadece şeytan, köpeği kandırarak cansız biçimleri ele geçirdi, onlara kamışla üfleyerek ruh verdi. Geri dönen ülgen bu durumu görünce çok şaşırdı ve onları kendi hallerine bıraktı. Bir çeşitlemeye gore de şeytan insanları pisliğe boğdu, tanrı geri döndüğünde bu duruma çok üzüldü ve insanların dış yüzünü iç yüzüne çevirdi, onlara gökten indirdiği ruhu verdi. Göktürk efsanelerine gore, göğün üçüncü katında insanların tüm yaşamının ve ruhunun bağlı olduğu Süt Ak Köl (süt şeklinde beyaz göl) vardı. Bir çocuk doğduğunda tanrı Ulgen'in buyruğuyla çocuğa buradan ruh verilirdi.
RUH a. (fars. rufj). Esk.
1. Anka kuşu.
2. Satranç taşlarından kale.
3. Ruh -üs-satranç, satrançtaki kale; itibarlı, elit kimse.
RUH a. (fars. ruhi) Esk.
1. Yanak, yüz.
2. Yön, taraf.
3. Ruh-i al, pembe, kızarmış yanak. || Ruh-i dildar, sevgilinin yanağı. || Ruh-i gûlnar, gül renkli yanak. || Ruh-i rengin, renkli yanak. || Ruh-i zerd, sarı, solgun yanak.
RUH a. Müz. Türk müziğinde XV. yy.'da kullanılmış bir makam. (Günümüze ulaşabilen örneği yoktur.)
Kaynak: Büyük Larousse
Psikiyatri (Ruh Hekimliği) Nedir?
Ruh Nedir?
Ruh Emiciler / Dementors
YORUMLAR